Paylaş
İkinci Kurultay, bu sütunda hep yazılanları bir kez daha haklı çıkardı.
Eğer bir parti baraj altında kalma, hatta bazılarının görüşüne göre siyaset sahnesinden silinme ve daha da acındırıcı bir anlatımla batma noktasına gelmişse, kurtarma girişiminin de aynı kesin ve dramatik yaklaşımla ele alınması gerekirdi: ‘‘Kurtuluş çizgisi ideolojik olarak şudur; bunu gerçekleştirecek takım da şunlardan oluşmalıdır’’ diyen bir yaklaşım.
Ama, böylesine bir köktencilik, varılan noktanın ne ölçüde kritik olduğunu sezemeyenlere doğru ve gerçekçi gözükmedi. Birinci Kurultay'da başkanlığa soyunanlardan hiçbiri yalın bir ideolojik çizgi ortaya koyup bunu gerçekleştirecek takımı da kimlerden oluşturacağını belirtmedi. Yahut, daha doğru bir anlatımla, parti programının nasıl bir yaklaşımla yorumlanıp uygulanması gerektiğini vurgulamadı ve ne gibi bir Parti Meclisi istediğini olabildiğince kesin biçimde belli etmedi.
Dolayısıyla, Genel Başkan'ın seçimi de, sanki büyük bir yenilgi yaşanmamış ve büyük bir diriliş gerekmiyormuş gibi, olağan koşullarda toplanmış kurultayların seçimlerinden pek farklı olmayan tarzda yapıldı.
İlk görüntü, seçilene yöneltilen ‘‘emanetçilik’’ suçlamalarına karşın, yine de basında çok kişinin beğendiği bir toparlayıcılık görüntüsüydü.
Ama, parti için asıl gereken ve beklenen, toparlayıcılık mıydı?
Yoksa, diriliş yolunun açılması mı?
* * *
Amaç toparlanma idiyse, şimdi seçilen Parti Meclisi'nin görüntüsü de toparlanmanın gerçekleştiği izlenimini verebilir.
Ama nasıl?
Şaban Sevinç'in dünkü anlatımıyla, Genel Başkan'ın ‘‘geçen Kurultay'da aday olan isimleri muhatap alıp... grup başlarıyla pazarlık yapması’’ delegeleri eski gruplarıyla hareket etmeye itmiş, geçmişte kalması gereken kutuplaşmalar yeniden canlanmıştır.
Kim galip?
Bazılarına göre ‘‘muhalefetin kuşatmasını ılımlı Baykalcılar önlemiştir’’, bazılarına göre de, eskiden tasfiye olunan SHP'liler üstün gelerek İsmet Solak'ın deyimiyle ‘‘asıl güç devreye sokulmuştur.’’
Olan, bir toparlanma değil, hizipleşmeyi yeniden Parti Meclisi'ne taşıyan bir bocalamadır.
* * *
Oysa, başlangıçta kesin çizgi ve belirli takım ortaya konsaydı, seçim sonrasının dramatik ortamında gruplaşmalar daha rahat kırılabilir, büyük yenilgilerin hemen ertesinde devletlerden futbol kulüplerine kadar irili ufaklı her kuruluşta görülen bütünleşme, dayanışma ve moral bulma CHP'de de olurdu.
Şimdi, artık biraz geç. Büsbütün olanaksız değil; ama, zor.
Yeter ki, Türk soluna musallat olan ve hatta çeşitli genel başkanlarca ‘‘siyasetin en yüksek erdemi’’ diye sunulan uzlaşma arayışları bırakılarak Kemalist cumhuriyetin devrimciliğine dönülsün.
Paylaş