Paylaş
Bu akşam yılın biteceğini düşünmüş olabilirsiniz ama, galiba bitmiyor. Uzayıp gitmekte olan bir yıl yaşamaktayız.
Adı, herhalde ‘‘Refah Yılı’’ diye geçecek tarihe. O partiyle başladı, onunla sona ereceği sanılıyordu. Ama, parti sürdüğü için, o da sürüyor.
Yahut sürünüyor.
Anayasa Mahkemesi'ndeki kapatma davasında tüm aşamalar tamamlanıp karara geçilmesi beklenirken, daha henüz usül tartışmasının bile çözülmemiş olması gerçekten şaşırtıcıdır. Oya Armutçu, ki yargıyla ilgili en güvenilir bilgileri veren muhabirdir, dikkatleri pek çekmediği anlaşılan önemli haberinde tartışmanın Anayasa ile Partiler Yasası arasındaki çelişkiden kaynaklandığını duyurmuştu.
Çelişki görüntüsü şundan doğmakta: Anayasa, bir partinin belirli hükümlere aykırı eylemlerden dolayı kapatılabilmesi için ‘‘bu nitelikteki fiillerin işlendiği bir odak noktası haline geldiğinin’’ saptanmasını Anayasa Mahkemesi'ne veriyor. Ancak, Anayasa Mahkemesi önünde neler ispatlanırsa ‘‘odak haline gelmek’’ten söz edilebileceği Siyasal Partiler Yasası'nın 103. maddesinde belirtilmiş: Fiillerin parti üyelerince yoğun olarak işlenmiş olması ve bunun parti merkez organlarınca ‘‘zımnen veya sarahaten’’ benimsenmesi. Kimi hukukçular, 1995 Temmuzu'nda yapılan anayasa değişikliğinin yasadaki koşulları artık gereksiz kıldığını ve ‘‘odak’’tan söz etmeye götürücü davranışların neler olduğuna Anayasa Mahkemesi'nce karar verileceğini söylerken, kimileri de karar verilebilmesi için önce kavramın, yeniden de olsa, yasayla tanımlanması gerektiğini savunmaktadır.
Meclis'te, Anayasa değişikliklerinin yasalara yansıtılmasıyla uğraşan Uyum Komisyonu'nda da yapılan ciddi bir tartışmadır bu.
Şaşırtıcı olan, Anayasa Mahkemesi'nin çoktan açıklığa kavuşturulması gereken böyle bir sorunu tartışıp karara bağlamadan esasa geçmiş olmasıdır.
Daha doğrusu, yine Oya Armutçu'nun deyimiyle, ‘‘delilleri değerlendirdikten sonra usül tartışmasına yeniden dönmeyi kararlaştırması’’.
Belki, daha başlangıç aşamasında, usül çelişkisi parlamentoca giderilmedikçe esasa giremeyeceğini söyleyip Meclis'i çalışmaya yöneltebilirdi.
Şimdi benimsenmiş görünen yöntemin konuyu nasıl sürüncemede bırakacağını, ne gibi kuşkuları, spekülasyonları ve soru işaretlerini davet edeceğini ayrıca belirtmeye gerek var mı?
Zaten ufuksuzluktan bunalan bir ülkede hukukun ufku da tartışma konusu yapılırsa, güvenecek ne kalır geriye?
Genç kuşağın şairlerinden Ahmet Erhan'ın, vaktiyle Behçet Necatigil Şiir Ödülü'nü kazanan derlemesindeki şu mısralar unutulur gibi değildir:
‘‘Ülkemin üstündeki bu alacakaranlık,
Bu belirsizlik, bu umarsızlık, bu korku biterse eğer
Halkım bu ufkun nereye uzanacağını bilirse bir gün
Şiirler yazarım o zaman, saf ve belki de
Oyun olsun diye boş, anlamsız...’’
Beyhude geçen bir yılın ‘‘bitmemiş kakafoni’’si sürerken ufuklar öylesine daralmış ve içler öylesine kararmış ki, ‘‘saf ve belki de boş, anlamsız şiirler’’in değil, coşku dolu anlamlı marşların özlemi yeniden doğar gibidir.
Paylaş