Paylaş
Yazı, 18 Temmuz günü, Atina'da yayınlanan Kathimerini Gazetesi'nde çıktı.
Gazetenin önemli yazarlarından Andonis Gargayannis'in imzasıyla.
Yayınlanır yayınlanmaz Atina'da büyük yankı uyandırdığı için, ertesi gün Güney Kıbrıs'taki Filelefteros Gazetesi tarafından da iktibas edildi.
Yazar, Kıbrıs sorununa ilişkin olarak dört noktayı vurgulamaktaydı.
Birincisi şuydu: Kıbrıs konusundaki görüşmelerin 1974 öncesindeki koşullar sürüp gidiyormuş gibi yürütülebileceğini sanmak yanlıştır. O tarihte Kıbrıs'la Yunanistan ağır bir askeri yenilgiye uğramıştı. Üstelik, ciddi bir direniş gösteremeden. ‘‘Askeri bir sonucun diplomatik yollardan tersine çevrilebileceğini gösteren bir örnek dünyada yoktur'' demekteydi Gargayannis.
İkincisi, yenilgi sonucunda, daha önce bulunmayan yeni durumlar ortaya çıkmıştır: İki devlet, iki egemenlik ve bir ‘‘işgal ordusu''.
Üçüncüsü, uluslararası kurallar zorlanarak şiddet yoluyla kuruldu diye kuzeydeki devleti ‘‘sahte devlet'' olarak nitelendirmek boşunadır. Gerçek, Türk ‘‘işgal kuvvetleri''nin korumasındaki topraklarda 23 yıldır kesintisiz bir egemenliğin oluşmuş olmasıdır.
Dördüncüsü, Kıbrıs'ın iki toplumu arasındaki ilişki hiçbir zaman bir ‘‘çoğunluk-azınlık'' ilişkisi olmadı; bundan sonra da olamaz.
Peki, bir Yunanlı'nın bile görüp kabul ettiği gerçekleri Birleşmiş Milletler, Avrupa Konseyi ve Avrupa Birliği gibi koca uluslararası kuruluşlar, İngiltere ve Amerika başta olmak üzere büyük devletler görmez mi?
O halde, niçin hâlâ Güney'deki Rum yönetimi ‘‘Kıbrıs Cumhuriyeti'' adıyla bütün adanın egemeni sayılıp, kuzeydeki devletin tanınması engelleniyor?
Niçin, çözüm aranırken, iki devlet gerçeğinden kalkıp federal ya da konfederal bir otoriteye ortaklaşa yetki devri yerine, hâlâ kuzeydeki devleti güneyin egemenliğine sokacak yaklaşımlarda ısrar ediliyor?
Daha önemlisi, bütün bunlar ortadayken, Avrupa Birliği güneyin tam üyelik başvurusunu bütün ada adına yapılmış saymakta ve aynı başvurunun içine Türk tarafını da sıkıştırmaya çabalamaktadır?
Hem de, Türkiye'nin dışlandığı bir durumda, uluslararası antlaşmaların açık kurallarına ters düşerek?
Çünkü Avrupa, Gargayannis'çe sanılanın aksine, dünya tarihinde ‘‘askeri bir sonucun diplomatik yollardan tersine çevrildiği'' örneklerin de bulunduğunu bilmektedir.
En tipik örnek sayılan Girit başta olmak üzere.
Batı, imparatorluğun çöküş sorunları ve dış borçları ortasında zaten bunalan Osmanlı'yı dış baskılarla, devletler arası konferanslarla, çok uluslu güvenlik gücü formülleriyle şaşkına çevirip bezdirerek, on-on beş yıl içinde, koca adayı 1897 savaşının yenik Yunanistan'ına kazandırmıştı.
Şimdi koşullar elbette aynı değil. Ama yine de, Kıbrıs'ın kuzeyindeki Türk egemenliği üzerine niçin hemen hemen aynı yöntemlerle çullanılıyor?
Galiba, son dört-beş yıl içinde Bayan Çiller'ce yaratılan ve ne yazık ki söz sahibi bazı iş çevrelerince de pekiştirilen şöyle bir izlenim var: Türkiye, Avrupa Birliği'ne tam üye olabilmek aşkıyla öylesine yanıp tutuşuyor ki, bu aşk uğruna Kıbrıs'taki davasından bile vazgeçebilir!
Şimdi son perdesi Montreux'de oynanan büyük oyunu boşa çıkarmanın çaresi, tek bir kişinin iç politika hesapları ve dar bir çevrenin bencil çıkarları yüzünden verilen o yanlış izlenimi zihinlerden silmektir.
Paylaş