Bir sefaret akşamı

Mümtaz SOYSAL
Haberin Devamı

Yememiş içmemiş, partilerine bile sormadan hemen yola çıkmışlar. Ver elini Türkiye. PKK'nın başı yakalandı ya, tutulduğu ülkenin başkentine acele gidip boy göstermeleri gerekiyor.

Küçük, ama önemli bir Avrupa ülkesinin ılımlı solundan dört politikacı.

Ankara'daki büyükelçileri de, ne yapsın, bazı Türk parlamenterleriyle oturup konuşsunlar, neler düşünüldüğünü öğrensinler diye sekiz-on kişilik bir yemek düzenlemiş onlar için.

Kapıdan girer girmez, elçilik yemeklerinde pek rastlanmayan bir şey olarak, yan odadaki televizyon hazırlığını fark ediyorsunuz. Olayın sırrı biraz sonra anlaşılıyor: Meğer heyet başkanı ‘‘etnolog’’ madama, televizyoncusunu da getirmiş. Ne kadar önemli bir hayır işlediğini ‘‘vak'a mahallinde’’ kamera karşısına çıkarak uzaklardaki seçmenlerine anlatması gerekiyormuş.

Anlaşılan o ki, kibar büyükelçi, yerli konuklara ayıp olmasın diye bu işin ancak odalardan birinde yapılabileceğini söylemiş madamaya, her zamanki nezaketiyle. Madama da, büyük nezaketsizlikle, kendisi için çağrılan konukları bırakıp odaya gidiyor, televizyonda boy gösterip bir şeyler anlatıyor.

Neler anlattığını yakın geçmişine bakarak tahmin etmek hiç zor değil.

Mayıs 97'de, PKK'nın Avrupa'da yayınladığı Türkçe bir gazeteye demeç verip Türkiye'nin Kuzey Irak harekátını ‘‘işgal’’ olarak ilan etmiş, ‘‘şiddet karşıtı ülkeleri bu işgali protesto etmeye’’ çağırmış.

Ağustos 97'de, Türkiye Büyükelçisi'ni ziyaret etmiş, Diyarbakır'a gidecek ‘‘Barış Treni’’ne izin verilmeyişini üzüntüyle karşıladığını bildirmiş.

Haziran 98'de, Avrupa Konseyi'nin Parlamenterler Meclisi'nde hazırladığı göç raporuyla, Kürt halkının ‘‘azınlık’’ sayılmayışını kınamış, raporu kabul edilmeyip değiştirilince de kızıp basın toplantısı yaparak ‘‘Terörist Türkiye’’ye ve Konsey'in Meclisi'ne veriştirmiş.

Temmuz 98'de, Kürt Hukukçular Birliği'nin düzenlediği ‘‘Lozan'dan Sevr'e’’ başlıklı konferansa katılıp konuşma yapmış.

Şubat 99'da, ülkesindeki Yunanistan Büyükelçiliği PKK'lılarca işgal edilince hükümetle işgalciler arasında arabulucu olmuş, televizyonlarda ‘‘Öcalan barıştan başka bir şey istemiyor’’ gibi bir şeyler söylemiş.

Siz de, ‘‘Yan odadaki kameranın karşısına geçtiğinde, bütün bunlardan sonra nasıl olup da Türkiye'ye girebildiğine şaşırdığını anlatıyordur herhalde’’ diye düşünebilirsiniz. Ama, bu tipleri biraz tanıyanlardansanız, böyle bir hayale kapılmanız da mümkün değildir.

Birlikte gelen öbür milletvekilleri, hukuk ve siyasal bilim okumuşlar. İkisi de, geçen yıl ora parlamentosunda dolaştırılan ‘‘Ermeni soykırımı’’ önergesine imza atanlardan. Birine ‘‘İmzaladığınıza göre, 1915'te olupbitenler konusunda çok şey biliyorsunuzdur’’ dediğinizde, aldığınız cevap ‘‘kem-küm’’den ibaret. Öbürü pişkin, ‘‘Bilmeye gerek yok ki’’ diyor, ‘‘Böyle şeylere, tartışılsın da öğrenelim diye imza atılır çoğu zaman!’’

Dışarıda, ışıklı, sakin bir Ankara gecesi.

Az okumuş insanlarınızın bunca yıldır niçin Batı hayranı olarak yetiştirildiğini, çok okuyup ülkeyi yönetir duruma gelenlerinizin de yanınızdakiler gibi taş kafalı Batılılar karşısında oldum olası neden hep ezilip büzüldüğünü düşünerek üzülüyorsunuz.



Yazarın Tüm Yazıları