Bezginlik

Mümtaz SOYSAL
Haberin Devamı

Utrecht'teki üniversitede, öğrencilerle profesörlerden oluşma bir toplulukla ‘‘yetmiş beş yılın sorularına cumhuriyetçi yanıtlar’’ı konuştuktan sonra, cuma akşamı da Rotterdam'da yalnız Türkler'in katıldığı bir toplantı.

Hollandalı Türkler yahut Türk Hollandalılarla.

Orta yaşlı, iyi yetişmiş, seçkin bir grup. Çoğu uzun süredir burada, hatta büyükçe bir kısmı doğma büyüme Hollandalı.

Biri, hem de üniversitede öğretim üyesi olan biri, ‘‘Bezdim artık’’ diyor, ‘‘On yıldır çağdaş Türkiye'yi anlatmaktan, yanlış düşünceleri değiştirmeye çalışmaktan yoruldum; önyargılar öylesine köklü ki!’’ diye dert yanıyor.

Zor ülkelerin zor sorunlarını anlatmak her zaman zordur.

Türkiye, sorunları çok bir ülke. Sorunlar için düşünülebilecek çözümler de ancak Türkiye'nin bütün koşulları iyi bilindiği zaman anlamlı olabiliyor. Yoksa, örneğin Anadolu'daki etnik yapı karmaşıklığını bilmeyen Hollandalı'nın Güneydoğu ya da Kürt sorunu tartışılırken ‘‘Özerklik verin; olsun bitsin!’’ deyişi gibi basit, ama geçersiz çözümlere sıçramak çok kolay. Bu çeşit sorunları doğru çözümleriyle birlikte anlatabilmek, hem geniş bilgi sahibi olmayı, hem de sağduyulu ve bağımsız düşünebilmeyi gerektiriyor.

Oysa, önyargılı yabancı ortamlarda Türkler'i bekleyen iki tehlike var.

Birincisi, karşılaşılan bilgisizlik ve anlayışsızlık karşısında öfkeye kapılıp inançlarda olduğundan daha ısrarlı, duygularda olduğundan daha milliyetçi, hatta şoven olmaya sürüklenmek. Öfke, doğru ve sağlıklı düşünebilmenin en büyük düşmanıdır. Bilgisizlik ve anlayışsızlık karşısında öfkelenmek, insanın kendi düşüncesindeki yanlışları düzeltmesini, gerekli rötuşları yapmasını önleyebiliyor.

İkinci tehlike, bunun tam tersi: Karşınızdakilerin düşüncelerini dinleye dinleye sonuçta onlar gibi düşünmeye başlayabilirsiniz. Yabancı ortamlarda uzun süreli etkilenme böyle bir sonuç da verebiliyor. Yani, Türkiye'nin sorunlarına bir Hollandalı, bir Alman ya da İngiliz gibi bakmaya başlamak.

Üstelik, bu tehlike, çelişkili biçimde, öğrenim düzeyi yükseldikçe daha da artabiliyor. Özellikle Batı Avrupa'nın ve Atlantik ötesinin üniversitelerine okumaya gönderdiğimiz gençlerde bunu açıkça görmek mümkün.

Şöyle bir düşünürseniz, aslında, dışta iyi yetişenler açısından, bu iki tehlikenin de olmaması gerekirdi. Bir buçuk yüzyıldır Batı'ya bakışımızda, oraları hep önyargısız özgür düşüncenin, akılcı ve pozitivist yaklaşımların beşiği sayılmamış mıydı? Öyle ortamlarda doğru ve sağlıklı düşünebilme yeteneğini büsbütün kaybetmek yahut uzun süreli etkilenmelerle başkaları gibi düşünmeye başlamak, her şeyden önce, iyi yetişmek için oralara kadar gitmenin değerini azaltmış olmuyor mu?

Belki de, her iki tehlikeyi de oluşturan başlıca etken, dıştaki gençlerimizin ille de ülkelerini anlatmak, başkalarındaki önyargıları ve yanlışları düzeltmek çırpınışı içine girmeleri oluyor. Böyle bir çırpınma ve bu çırpınışın başarısızlığı karşısında üzülme gerçekten gerekli mi? Türkler konusundaki cahillikler, yobazlıklar karşısında gülüp geçmek ve vaktin çoğunu kendimizi daha bilgili, daha iyi yetişmiş, daha güçlü kılmaya ayırmak, enayiliğin bedelini yanlış düşüncelerle bizimle ilgili konularda yanlış kararlar alıp sonuçta zarara gireceklere ödetmek daha mı doğru acaba?



Yazarın Tüm Yazıları