Paylaş
Öyle bir gün ki, her yıldönümünde, otorite-özgürlük ikilemi ister istemez gündeme gelir. Evet, 27 Mayıs, tam 38 yıl önceki bir askeri müdahalenin günüdür; ama sonuçta gelip geçmiş anayasaların en özgürlükçüsünü Türkiye'ye tattırmış bir müdahalenin günü.
Dolayısıyla, devletliğini yitirmemiş bir devleti özgürlük düzeni içinde yönetmenin çözümlerini tartışmak bakımından da iyi bir gün.
Ama, her tartışma gibi bu da tam bir açıklıkla yapılmalıdır.
Yoksa, aylardır aynı konuyla ilişkiliymiş gibi sürdürülen adı bile belirsiz bir tartışmada olduğu gibi, kimin, neyi niçin istediği anlaşılmaz.
Başkanlık sistemi mi? Cumhurbaşkanının yetkileri ve seçiliş tarzı mı?
Parlamenter sistem yerine Amerika'daki başkanlık sisteminin getirilmesi isteniyorsa, devletin bütünlükçü yapısından parlamentonun yetkilerine kadar her şeyin yeniden düzenlenmesi gerekiyor. Yok, Sayın Demirel'in son günlerde çıtlattığı gibi, ‘‘Cumhurbaşkanı, halk tarafından seçilsin ve bakanları Meclis içinden seçmek zorunda olmasın’’ deniyorsa, eninde sonunda başkanlık sistemiyle aynı kapıya çıkabilecek olan böyle bir çözümde de, devlet başkanlığı yetkileri için Fransa'dakilere benzer birtakım sınırlamalar düşünülmelidir. Çünkü, cumhurbaşkanının yetkileri bugün de pek az sayılmaz.
Kısacası, Sayın Demirel ‘‘Konu tartışılsın’’ diyor; ama nelerin tartışılmasını istediğini açıkça ortaya koymuş değil.
Yoksa, politikada kendi çizgisini izlemiş olanların bugünkü hallerini görerek pişmanlık duymakta ve ülke yönetiminde daha etkin bir rolü doğrudan doğruya oynamak mı istemektedir? Ama, herhalde, şimdiki konumuyla da oynayabileceği en etkin rolün, Anayasa'daki deyişle ‘‘devlet organlarının düzenli ve uyumlu çalışmasını gözetmek’’ olduğu kesindir.
Yani, her şeyden önce, mevcut sistemi bütün kurallarıyla işletmek.
Cumhurbaşkanı için konanlar da dahil.
Sistemin yerine yenisinin gerekli olup olmadığı ancak öyle anlaşılır.
Bu açıdan, geçen hafta yaşanan bir durumu eleştirisiz bırakmak olmaz.
Sayın Cumhurbaşkanı, Petrol Ofisi'nin satılmasından yakınmaya gelen Petrol-İş Genel Başkanı'na, 21 Mayıs günlü Cumhuriyet'e göre, şöyle demiş: ‘‘Hiç kimse devletin yeni fonksiyonlarını tayinde devletin ticaret içinde kalmasını savunmamalı... Devlet bütün ekonomik işlerden çıkacaktır. Türkiye'de kimse özelleştirme cereyanının önünde duramaz!’’
Şimdi, yıllardır serbest bırakılmış petrol satışlarında kamu elindeki tek düzenleyici ve güven verici kurum olan, ulusal çıkar ve savunma gerektirince ticari açıdan düşük kârlı, hatta kârsız kamusal işlevler üstlenen, satış istasyonları zaten özel ellerde bulunan Petrol Ofisi gibi bir kuruluşu ‘‘tüccar’’dan saymak siyaseten de yanlı bir ideolojik tutum değil midir?
Hele ‘‘Kimse özelleştirmenin önünde duramaz’’ demek?
Sendikalarca ve halkın büyükçe bir bölümünce benimsenmeyen, en azından tartışma konusu olan özelleştirme politikası Kıbrıs ya da Ege gibi bir ‘‘ulusal politika’’ mıdır ki, ‘‘ulusun birliği’’ni temsil eden Cumhurbaşkanı böyle bir tutum ortaya koyabilmektedir?
Paylaş