Paylaş
Hürriyet'ten Çiğdem Toker'le Cumhuriyet'ten Özgen Acar zaten bir gün öncesinde haber vermişler ve şimdiye kadar Bakü-Ceyhan boru hattı temaslarıyla perdelenen bir gerçeği ortaya koymuşlardı: Daha önce gelip giden Amerikan Enerji Bakanı gibi, şimdi gelen Ticaret Bakanı William M. Daley'in de asıl ‘‘sebeb-i ziyareti’’, enerji ihalelerindeki ‘‘tıkanıklığı açmak’’tır.
Sayın Bakan'ın Ankara'daki çeşitli demeçleri ile ABD-Türkiye İş Geliştirme Konseyi'nde söyledikleri de bunu doğruluyor.
Konuşmaların ilginç bir başlangıç noktası var: ‘‘Clinton yönetimi, Türkiye'yi dünyada ‘yeni yükselen' en büyük 10 pazar arasında sayıyor. Ama, Türkiye'nin özelliği, bu büyük pazarlar içinde NATO üyesi tek ülke oluşudur.’’
Şimdilik buna bir nokta koyalım ve öbür söylenenlere geçelim.
Amerikan şirketleri T’deki kamu hisselerinin blok satışına ve özellikle de enerji kesimindeki gelişmelere büyük ilgi duyuyormuş. Enerjideki gelişme, yap-işlet-devlet veya yap-işlet gibi ‘‘yaratıcı modeller’’le Türkiye'ye önümüzdeki birkaç yılda 8 milyar dolardan fazla özel yabancı yatırım getirecek ve rakam 2010 yılına kadar 30 milyar dolara varacakmış. Amerikan firmaları da ihalelere katılıp bu gelişmeye katkıda bulunmaya hazırmış.
Ancaaak...
Evet, ancak bir engel varmış ki, Amerikalı ‘‘geliştiriciler’’in, yani ihalelere girecek şirketlerin o konuda ısrar etmekten başka çareleri yokmuş.
Çünkü, onları finanse edecek olanlar da o konuda ısrarlıymış.
Konu, Türkiye'nin bilmediği bir konu değil: Başka kamu hizmetleri gibi, enerji üretiminin ve dağıtımının da şu veya bu ad altında özel şirketlere verilmesi Türk hukukuna göre ‘‘imtiyaz’’ sayılmakta ve imtiyaz sözleşmeleri Anayasa gereği Danıştay'dan geçmekte. Danıştay ise, yerli ya da yabancı şirketlerle Türk Devleti arasında çıkacak anlaşmazlıklar için Türk yargısı yerine ‘‘uluslararası hakem’’i yetkili sayan hiçbir sözleşmeyi uygun bulmaz.
Şimdiye kadar, Cumhurbaşkanı Demirel başta olmak üzere çeşitli ‘‘devlet adamları’’nın ve yabancılarla ortak durumdaki Türk şirketlerinin bu engeli Anayasa'dan çıkartmak ya da Danıştay'ı ‘‘manevi baskı’’ altında tutmak için müthiş çaba harcadıkları hep bilinirdi; ama, ilk kez, bir resmi yabancı konuk böylesine açık ve biraz da küstah bir anlatımla bunu ortaya koymaktadır.
Bakan'ın söylediklerinde önemli bir başka nokta da şu: Kafkas ve Hazer-ötesi petrolle doğal gazın taşınması için Türkiye'nin özlediği projeler ‘‘elbette Rusya'yı da içerebilirmiş’’ ama, bunların ‘‘İran gibi kitlesel imha silahları geliştiren, terorizmi destekleyen ve bölgeyi istikrarsızlaştırmaya çalışan ülkeleri destekleyici nitelikte olmasına müsaade edilemezmiş’’.
Şimdi, başlangıçta mim konan noktaya dönelim: Türkiye'nin gelişen 10 büyük pazar içindeki tek NATO ülkesi ve Amerika'nın da NATO'nun en büyük gücü olması, bir Amerikalı bakana böyle konuşma hakkı verir mi?
Başka bir deyişle, NATO üyeliğinin ve Amerika ile Türkiye arasındaki savunma dayanışmasının bedeli, Osmanlı döneminin acı kapitülasyon derslerinden kaynaklanan cumhuriyet hukukunu değiştirmek yahut ülkenin enerji kaynaklarını ve yollarını çeşitlendirme politikasından vazgeçmek mi olmalıdır?
Nihayet, devletlerin bağımsızlığını korumak, bütün üye ülke orduları gibi, onların ortaklaşa oluşturdukları NATO'nun da temel amacı değil midir?
Paylaş