Paylaş
Meğer ‘‘genel sekreter’’ değilmiş; sadece Avrupa İnsan Hakları Divanı sekretaryasında ‘‘Araştırma ve İçtihat Derleme Müdürü’’ymüş. Ama, ‘‘Hukuk Kurultayı 2000’’in programında ‘‘genel sekreter’’, hatta gazetelerin bazısında ‘‘ayrıca üye’’ diye yazıldığı için, sanki gerçekten öyleymiş gibi konuşmakta Herr Peukert: ‘‘Madem yetkisini kabul ettiniz, yanlış da olsa Divan'ın kararlarına mutlaka uymak zorundasınız’’ diyor.
Üstelik bunu, ‘‘uygulanmaz’’lığı ünlü hukukçularca kabul edilen Loizidou Kararı gibi bir karar dolayısıyla ve hem de hiç ilgisiz bir ‘‘ulusal egemenlik’’ tartışmasıyla ilgili olarak söylüyor.
Ayrıca, ‘‘Mister Öcalan asılırsa, AB üyeliğiniz suya düşer’’ diyerek.
İdam cezasına ilke olarak karşı olanları bile isyan ettirircesine.
Avrupalılığın bu tarzına artık bir son vermek gerekmiyor mu?
Erteleme konusunda ‘‘terör örgütü ve yandaşı çevreler’’e salı gecesi verilen mesajları biraz da bu açıdan değerlendirmek gerek.
Örgüte mesaj, herkesten önce, başkanlığı bıraktığını henüz açıklamamış olan kişiye mesajdır. Avukat aracılığıyla yerli ve yabancı çevrelere seslenişi sona erdirmek gerekiyor. Sesleniş, ne idüğü belirsiz bir ‘‘siyasal çözüm’’ hedefine, ‘‘bu konu benimle konuşulur’’ dayatmasına ve ‘‘infaz kan akıtır’’ şantajına yönelik olduğu için gitgide zararlı olmaya başlamıştır.
Mesajın PKK'ya dönük ikinci niteliği, idamın uzun süre ertelenmesini ‘‘bekleyiş sırasında örgüte çekidüzen verme’’ veya ‘‘belirsizlik ortamında şiddet eylemlerini yoğunlaştırma’’ olarak beliren iki farklı eğilimi hedef almasıdır. Eğilimlerin kesinlik kazanması, ertelemeyi uzatmanın ulusal çıkarlara zarar vermesi demektir.
Ama, asıl üzerinde durulması gereken, ‘‘yandaş çevreler’’ sözüdür.
Özellikle, açıkça ve doğrudan değil de, dolaylı yandaş olanlar.
Ne yazık ki, bunlara ‘‘Avrupa’’yı da katmak gerekiyor: Avrupa Konseyi, Avrupa Birliği, bazı Avrupa devletleri, hatta bir bakıma Avrupa İnsan Hakları Divanı. Değişik ölçülerde de olsa, Öcalan'ı şöyle ya da böyle ‘‘siyasal çözüm’’e bağlanması gerekli bir ‘‘kurtuluş hareketi’’nin önderi sayma eğilimi bu çevrelerin hepsinde var. Açık belirtiler henüz görülmedi. Özde Kıbrıs ve Ege'yi ‘‘Avrupa sorunları’’ durumuna sokmaya yönelik bir girişim olan Helsinki kararı da, konuyu şimdilik ‘‘insan hakları’’ sözüyle örtmüştür. Strasbourg mahkemesi, erteme süresini ‘‘ilelebet’’ uzatmaya yönelik bir tutumla ya da karar metninin üslubuyla bu eğilimini açığa vurabilir.
Kısacası, ne yapılırsa yapılsın, idam konusu ülkeyi yönetenleri iç ve dış çıkmazlara doğru sürüklemekte. Oysa, olumlu yöne dönüştürülmesi mümkünken liderler takımının seçim hırsı ve Faziletlilerin miyopluğu yüzünden çıkmaza sokulan ‘‘Küskünler hareketi’’, yargılama yöntemi ve idam cezası bakımından Türkiye'yi rahatlatıp bugunkü sıkıntılardan koruyan bir fırsat olabilirdi.
O zaman oy toplama hesabı yapanlar, şimdi o yanlışlarının bedelini ödemek zorundalar. İçte de, dışta da; ne yazık ki, ülke ve ulusa da zarar vererek.
Paylaş