Batmayan ülkenin okulları

Mümtaz SOYSAL
Haberin Devamı

Gelişmiş demokrasilerde, hele Fransa, Almanya, İngiltere gibi devlet geleneği gelişmiş olanlarda, hükümet bunalımları endişe uyandırmaz. Siyasal yönetimde kim bulunursa bulunsun, hatta kimse bulunmasa da, kendiliğinden dönen çarklar vardır; işler yürür.

Hem de, boşluktan yararlanıp bir şeyler çevirmeye kalkışanlara fırsat vermeden.

Çünkü, belirli kurallara bağlanmış düzgün bir kamu yönetimi, kamuya hizmet üzere yetiştirilip o hizmet ahlakının değerleriyle çalışan sağlam kamu yöneticileri görev başındadır.

Kırk-kırk beş yıl öncesine gelinceye kadar Türkiye'de de böyleydi. Osmanlı'dan devralınan bürokrasinin devlet sadakati ve hizmet duygusu, kusurları biraz düzeltilerek iyi-kötü devam ettirilmiş, hatta cumhuriyetçi değerler yoluyla özgüveni artırılıp daha inançlı duruma getirilmişti.

Ama, olmadı. Menderes döneminde hafiften başlayıp Demirel'le sürdürülen ve Özal'la Çiller dönemlerinde zirveye çıkan bir yıpratma, örseleme ve zayıflatma süreci Türk kamu yönetimini bozdu: Kurallara ve kurumlara saygısızlık, ‘‘prenslik’’ uygulamaları, çok açık siyasal kayırmalar ve hepsinden daha önemlisi, kamu hizmeti kavramının aşağılanıp yer yer ticarileştirilmesi.

Eğer, devlet bütün bunlara karşın hâlâ ayakta kalabilmişse, yine de, birkaç eğitim kurumunda yetiştirilmiş bir avuç devlet görevlisinin kamu hizmetine bağlılıkları sayesinde kalmaktadır.

Bugün, bu bir avuç insanı yetiştiren kurumlardan birinin, bir bakıma birincisinin, yani Mülkiye'nin 139. kuruluş yıldönümü.

Son yıllarda kamu yönetiminin en az bozulmayla sürdürülebildiği birkaç bakanlık, yani Dışişleri, Maliye ve bir ölçüde İçişleri, özde, orada yetişmiş olanların tutumları ve çabalarıyla ayaktadır. Ama onlar da yıpratılıyor ve onları yetiştiren bugünkü Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi yükseköğretiminde ‘‘gözde’’ sayılan başka yerler kadar özene, ödeneğe layık görülmüyor.

Öte yandan, İçişleri gibi devletin temellerinden biri sayılabilecek bir bakanlık bile, hizmete giriş bakımından Özal döneminde başlatılan uygulamalarla, yavaş yavaş eski geleneklerinden uzaklaştırılmaya, cumhuriyetçi değerlere bağlılık bakımından zayıflatılmaya çalışılmıştır.

Eğitim ve sağlık başta olmak üzere, devlet hizmetinin başka alanlarındaki durumu ise çok daha içler acısı.

Devlet, çapsız siyasal kadroların elinde yavaş yavaş batışa sürüklenmekte.

Ondokuzuncu yüzyıldan beri, toplumun hastalıklarına çare bulmak ve gerektiğinde devleti kurtarmak açısından üç büyük kurumca yetiştirilenlerin önemli rol oynadığı hep söylenegelmiştir: Tıbbiye, Mülkiye ve Harbiye.

‘‘Tıbbiye'nin işi, toplum hastalıklarına değil, bireylerin hastalıklarına bakmaktır’’ diyenler onu toplumsal sorumluluktan uzaklaştırdıkça pek sevindiler. Şimdi de, Mülkiye'nin kamuya sahip çıkma rolünü kemirmekle devleti ayakta tutmanın bütün yükünü Harbiye'den yetişenlerin sırtına yıktıklarını fark etmeyerek, ‘‘Herkes işini bilsin; ülkeyi asker mi yönetecek?’’ diye dövünüyorlar! Ülkeyi üç okula bırakanın kendi çapsızlıkları olduğunu unutarak.



Yazarın Tüm Yazıları