Paylaş
Belli ki, en zor durumunda kocasına sahip çıktıktan, onu bütün bir kamuoyuna karşı koruduktan, hatta avukatlığını bile üzerine aldıktan sonra, Amerika Birleşik Devletleri'nde her istediğini yaptırtacak.
Benzer durumlarda ‘‘feragat ve feraset’’ göstermiş kadınların bazen yaptıkları gibi, istediği kürkü, mücevheri, arabayı ve köşkü kocasına aldırtarak değil, devletin başındaki adama emredip şu makama şunu, bu göreve bunu atayarak, istediği kararı çıkarttırıp istemediğini engelleyerek...
Kabahatinin altında ezilen Clinton zaten gık diyemez ya, dese de nutuk hazır: ‘‘Bill, o günleri unutuyorsun galiba; arkanda durmasaydım, görürdün!’’
***
İngiltere, Türkiye'nin Hillary'si olup istediğini yaptırmak peşinde.
‘‘Türkiye'nin Avrupa karşısındaki halinde ‘kabahat' sayılacak ne var diyeceksiniz; ama, olsun olmasın, dışta böyle bir görüntü yaratıp ‘zor zamanında Ankara'ya arka çıkma' havasındalar. İçte de, aynı havayı yaratanlar var. Neymiş, Ankara Lüksemburg kararından sonra yanlış davranmış, aşırı tepki göstermiş, KKTC tanınmazsa Denktaş masaya oturmaz!’’ demiş.
Sanki Avrupa'nın terbiyesizliğine başka türlü karşılık verilebilirmiş ve sanki 23 yıllık bağımsız bir devletin tanınmasını istemek günahmış gibi.
***
Ama, İngiltere'nin önderliğinde oynanan oyun budur ve oyunu bilmek bazı konularda dikkatli olmayı gerektirir.
Örneğin, Başbakan Blair, ‘‘Bu sorunu konuşmayız’’ dediğimiz Kıbrıs konusunda hem İngiltere, hem de Avrupa tarafından görevlendirilmiş bir Hannay aracılıyla mesaj göndermek isteyince, kendisine ‘‘Başka haberci mi yok?’’ demek gerekir. Daha doğrusu, gerekirdi; çünkü olan olmuş ve Türkiye oyunu yutmuştur.
Başbakan Yılmaz'ın bunu kabullenmiş ve Dışişleri Bakanı'nın da kendisini uyarmamış olması, akla ister istemez bir soru getirmekte: ‘‘Yoksa, Ankara Londra'nın kurnazlıklarına kapılıp bir politika değişikliğine mi gidiyor?’’
Politika değişikliği.
Yani, yatıştırıcı palyatif sözlere kanarak Londra'daki Hükümetlerarası Konferans masasına oturmak ve paçayı yeniden Avrupa'nın dırdırına kaptırmak.
Yani, KKTC'nin tanınması olmadan, Denktaş'ı Birleşmiş Milletler'le ve Avrupa'yla görüşmeye yönelterek, eldeki son kozu da yitirmek.
***
Yumuşatma taktiğinin bir yönü açıkça ortaya çıkıyor: İngiliz Dışişleri Bakanı Robin Cook, Brüksel'deki Türk gazetecisi Ahmet Sever'e ‘‘Türkiye'nin Avrupa Konferansı'na katılması için önkoşul yok; kapı açık!’’ demiş.
Peki, Lüksemburg toplantısının 13 Aralık 1997 tarihli sonuç belgesinde Hükümetlerarası Avrupa Konferansı'na ilişkin 5. maddeye ‘‘konferans üyeleri için zorunluluk’’ olarak konan şu sözler neyin nesidir?
‘‘Başka ülkelerin (yani Kıbrıs Cumhuriyeti'nin!) egemenliğine saygı’’;
‘‘Gerekli koşulları yerine getiren herhangi bir Avrupa ülkesinin (bu arada Kıbrıs Cumhuriyeti'nin!) tam üyelik hakkına saygı’’;
‘‘Toprak anlaşmazlıklarını (örneğin Kardak konusunun!) Lahey Uluslararası Adalet Divanı yoluyla çözmeye söz verme’’.
Lüksemburg metni başka bir zirvede değiştirilmeden Londra'ya gitmek, yalnız bunları değil, İngiltere'nin Hillary'liğini de kabullenmek demektir. İngiliz sicimine tutunup böyle bir ‘‘açık kapı’’dan girin de nasıl çıkacağınızı görürsünüz!
Paylaş