Babalık

Mümtaz SOYSAL
Haberin Devamı

Giyim kuşama seçkinlik zevki getirmişler arasında adı kolay unutulmayacaklardan olan Hakko ailesi, yakınlık duyduğu kişilere ‘‘Babalar Günü’’nü nasıl bir jestle hatırlatmış, biliyor musunuz?

Ayak dayayarak iskarpin cilalayıp parlatılabilecek zarif bir tahta kutu göndermekle!

Cem Hakko, bu ince buluşu, ‘‘Baba olmaya atılan adımın...yaşandığı andaki kararlılığı’’na bağlayarak anlamlandırmaya çalışıyor. Baba olmaya karar vermek, büyük bir sorumluluğun ağırlığıyla yere basmayı gerektiriyor demek ki.

Boya kutusuna sımsıkı basar gibi.

Babalığı sağlam zeminlere sımsıkı basmak diye tanımlıyorsanız, bundan çıkan sonuç, durumlar değiştikçe yalpalamanın da babalığa yakışmayacağıdır.

Çocuk, hatta bütün aile, babayı istikrar ve güven unsuru olarak görmek ister. Zor koşullarda bağlanıp yaslanılan, yaşamın fırtınalarıyla yıkılmayan.

‘‘İskele babası’’ denen sağlam direk, çürük tahtalı yanaşma yerlerinde bile rahatça palamar atabileceğiniz, halatınızı kesmeyen, yerinden sökülmeyen bir güven anıtı gibi durur. Okul çocukları arasındaki ‘‘baba’’ lakabı da, öbürlerinden mutlaka daha yaşlı ve akıllı olması gerekmeyen, ama dost canlısı ve özverili olduğu için kendisine güven duyulan, müzevirlik etmeyen arkadaşın lakabıdır.

Yoksa, sağlam durup çevresini korumak yerine, her şeyi dalgalanmaya bırakana, hatta ortalık biraz daha dalgalansın da bundan yararlanayım diye bekleyene ‘‘baba’’ denmez.

Baba olmaya karar vermek gerçekten yaşamın en önemli adımlarından biriyse, bilmek gerekir ki bu önem o adımın ardından gelecek olan sonsuz sorumluluklar zinciri dolayısıyladır.

Bu bilinç olmadıktan sonra, babalıktan kolayı yoktur; herkes olabilir.

Fizik anlamda, analıktan bin kere, yüzbin kere daha kolay.

Ama, sonrası?

Çoluk çocuğu başıboş bırakmak, ‘‘Ne halleri varsa, görsünler!’’ demek, hatta onların zayıflıklarından yararlanıp parazit, yaratıcı ve üretici olmayan bir aile reisliğini sürdürmek babalık mıdır? Hele, sorumlu olduğu insanların mutsuzluğu ve umutsuzluğu yüzlerinden okunurken, sahte bir iyimserlikle her şeyi tozpembe göstermeye kalkışmak?

Daha da acısı, küçük gördüklerini aldatacağını sanıp hep böyle konuşarak, babalık eder durumda olduğu bezgin insanlara ‘‘Bizi bu hallere düşüren de sen değil misin?’’ deme fırsatı bile vermemek?

Oysa, gerçek babalığın erdemi, büyüttüğü insanların büyümüşlüğünü kabullenmek, onlarla eşitlenmek ve günü geldiğinde önlerinden çekilebilmektir. Babalık ve analık elbette bitmeyen bir sorumluluk; ama bu sorumluluk duygusu başkalarının sorumluluk yüklenme hevesine set çekecek kadar büyük olamaz.

Zaten, ‘‘Babamız çok yaşasın!’’ yerine ‘‘Babamız hep başımızda kalsın!’’ diyenler, babalarını sevip saymaktan çok, kendileri yaratıcı sorumluluk yüklenmeye ve bir şeyler üretmeye niyetli olmayan çocuklardır.













Yazarın Tüm Yazıları