Paylaş
Yirmi üç yıl önce, Uluslararası Af Örgütü'nün idam cezasına karşı İsveç'ten başlattığı kampanyayı açan Başbakan Thornbjörn Falidin, ünlü hukukçu Beccaria'ya kadar uzanan ve ‘‘Şiddeti şiddetle, cinayeti cinayetle ortadan kaldıramazsınız’’ diyen bir konuşma yapmış, Avusturya Adalet Bakanı da aynı toplantıda ‘‘İdamı idam etmekten başka çıkar yol yok’’ demişti.
O zaman Milliyet'te yayınlanan ‘‘Açı’’ sütununda, bu sözler üzerine 13 Aralık 1977 günü Stockholm'den yazılmış şu satırlar var: ‘‘İster istemez, kendilerini ilkel duyguların seline kaptırıp başkalarına ders olsun diye ‘Birkaç gencin sallandırılması' için sadistlikten ağızları köpüre köpüre konuşan uzaklardaki politikacıları, sözde devlet adamlarını düşünüyorsunuz.’’
Otuz küsur bin insanın ölümünden sorumlu bir Öcalan’ı hiç adam öldürmemiş Deniz Gezmiş, Yusuf Arslan ve Hüseyin İnan'la aynı kefeye koymak elbet büyük yanlışlık olur. Gömülemeyen acılar ve biriken hınçlar da aynı değil.
Ama, Türkiye'deki siyasal kadroların miyopluğu, bu kez ters yönde de olsa, aynı tutarsızlıkla yine devam etmekte. İdam cezasına ilke olarak hep karşı çıkmış bir sütunda hunharlaşmadan bu hataları sıralamak çok daha rahat oluyor.
Önce, zamanlama hatası: İdam kararının başa dert açacağı biliniyordu da, ağırlaştırılmış müebbet hapsi öngören yasa değişikliği niçin daha önce yapılmadı? Son fırsat, Öcalan Suriye'den kaçınca çıkmıştı; ama, erken seçime gidip oy toplama merakı ülkeyi dışta da çok rahatlatacak böyle bir adım atmayı önledi. Bir bakıma, artık çok geç; ne yapılsa, dış baskıyla yapılmış olacak.
Usule ilişkin olmakla birlikte siyasal anlamı büyük bir başka hata da yapılmak üzere: Avrupa İnsan Hakları Divanı'nın ‘‘infazı bekletin’’ niteliği taşıyan ara kararında muhatap, infaz kararı almaya yetkili olan organdır. Yani, ne Adalet Bakanlığı, ne Başbakanlık, ne de hükümet.
Meclis'tir muhatap. Siyasal açıdan dinler, dinlemez; o ayrı.
Dolayısıyla, yargı dosyalarının, ancak aracı durumda olan makamlardan geçip Meclis'e gelmesi gerekir. İnfaz kararı, öncesi ve sonrasıyla, artık, bir yargı veya yürütme kararı değil, sorumluluğunu parlamentonun taşıyacağı vicdani bir karar olacaktır. Meclis'ten çıkışı yasa biçiminde olsa da, Meclis'e gelişi tasarıymış gibi hükümetin sunup sunmamasına bağlı kılınamaz.
Ayrıca, Meclis'ten güvenoyu alıp da Meclis'e güvenmeyen hükümet olur mu?
İleriye dönük olarak hataların en büyüğü ise, Avrupa Divanı'nın nihai kararına uyma konusunda şimdiden olumlu bir kesin dil kullanmakla işleniyor.
‘‘Bekletici önlem’’ kararına gözü kapalı uymanın sakıncası olmayabilir.
Ama, nihai kararın Güneydoğu için hangi bağlayıcı gerekçeler ve zorlayıcı sonuçlarla çıkacağı biliniyor mu? Kıbrıs'a ilişkin bir hukuk skandalı olan Loizidou kararıyla asla uygulanamaz ‘‘siyasal’’ sonuçlara varmış bir Divan'a bu peşin güven neden? Elindeki Kürt kartını Helsinki'de bile açmamış bir Avrupa'da, birbirinden ayrı görünen organların zamanı gelince aynı havayı çalan bir orkestraya dönüştüğünü çoktan öğrenmiş olmamız gerekmez miydi?
Paylaş