Paylaş
Ülkesinin bağımsızlığını kendi karakter bağımsızlığıyla bütünleştirmiş bir büyük insanın ölüm yıldönümünde, bugün yaşanmakta olan acıklı bir sahneyi tasvir etmek zorunda kalmak gerçekten hüzün vericidir.
Kimse kendini aldatmasın: Türkiye, içte siyasal puan kazandıracağı umulan bir gayretkeşlik uğruna dışta tehlikeli bir kapanın içine düşmek üzeredir.
Çiller-Karayalçın koalisyonunun bir döneminde olduğu gibi.
Konu, Avrupa Birliği'ne tam üyelik konusu. Şimdi, siyasetçi takımı arasında ‘‘Adaylığımızı ben kabul ettirdim!’’ yarışı yeniden başlamıştır.
Batı Avrupa da bunu sezinlediği için oltalarını suya salmış durumda.
Umut, Kıbrıs konusu başta olmak üzere, bazı konularda ‘‘ilerlemeler’’ elde etmektir: Güneydoğu sorununda ‘‘siyasal çözüm’’ sağlamak ve ‘‘demokratik sivil otoritenin üstünlüğü’’ ilkesinde ısrar ederek bu perde gerisinde Silahlı Kuvvetler'in laik cumhuriyet bekçiliğini zayıflatmak gibi.
Farkına varmadan aynı oyuna alet olan yerli çevreler de var.
Örneğin, basında bazıları, Avrupa Komisyonu'nun son raporunda Türkiye'nin öbür 11 ülkeyle birlikte ele alındığını duyar duymaz, ‘‘Adaylığımız kabul edildi!’’ diye manşet atabiliyor. Oysa, Daily News'un bilgili muhabiri Nazan Ertan'ın Brüksel'den bildirdiği gibi, Hans van den Broek'un dediği, Türkiye'nin, aday değil, ‘‘aday sayılmaya ehil durumda’’ olduğudur.
Ama, bu konuda asıl sorun, ülkenin dış politikasından sorumlu olan resmi çevrelerde dıştan kolaylıkla fark edilebilecek bir dağınıklığın, hatta başkalarınca kolaylıkla kullanılabilecek bir kutuplaşmanın olmasıdır.
Ankara, Sabah'tan Zeynep Göğüş'ün deyimiyle, ‘‘çok sesli koro gibi’’.
Dışişleri Bakanı Cem, ‘‘Türkiye, tam üyeliğin fiili adayı olarak değerlendirmeye girmiştir. On altı ay önce AB tarafından genişleme sürecine dahi alınmamış bir Türkiye'nin bugün vardığı nokta, ciddi bir dış politikayla nelerin yapılabileceğine açık örnektir’’ diyor. Dünkü Cumhuriyet'te Işık Kansu'nun, Bakan açısından ‘‘biraz da kendisine pay çıkarır nitelikte’’ bulduğu bu iyimser değerlendirmeye karşılık, Avrupa'dan asıl sorumlu Devlet Bakanı Şükrü Gürel, Ecevit'in onayıyla, ‘‘Değişen bir şey yok!’’ demekte.
Cuumhurbaşkanı'nın sözleri ise, Avrupa ‘‘aday’’ sözünü bir etse her şeyin güllük gülistanlık olabileceği izlenimini verir nitelikte.
İstanbul çevreleri ve tabii ‘‘İthalatçıların ve montaj sanayicilerinin gönlü olsun da ne olursa olsun!’’ havasındaki İktisadi Kalkınma Vakfı da öyle.
Oysa, TÜSİAD'ın Brüksel temsilcisi Bahadır Kaleağası bile raporun yöntemini eleştirmekte ve Komisyon'un Türkiye'yi gerçek adaylarla nesnel olarak karşılaştırmaktan kaçınışını pek hayra alamet saymamaktadır.
Böyle durumlarda sağlam değerlendirme yapabilmek için en pratik ve gerçekçi yöntem, Yunanistan'ın ne düşündüğüne bakmaktır.
Pangalos memnun.
Balığın oltayı yoklamakta oluşuyla yüzü gülmeye başlayan balıkçı gibi.
Çünkü, Türkiye Luxembourg'un hemen sonrasındaki akılcı tutumunu bırakıp ‘‘müstağni’’ olmak yerine ‘‘hevesli’’ duruma geçerse, kendisinden Atina ve Lefkoşa'nın Rum kesimi için koparılabilecek çok şey vardır.
Tehlike, Avrupa konusunda ‘‘başarı’’ uğruna, Ankara'da da bu koparışlara razı olabilecek insanların yeniden türemesidir.
Paylaş