Paylaş
Konu, çok boyutludur: Türkiye'nin Avrupa Birliği ile ilişkileri konusu.
Türkiye, Avrupa'dan dışlanmak istemiyor. Dışlanmak, iki yüzyıllık bir yönelişin tersine döndürülmesi olarak görülmekte.
Oysa, Avrupa'dan dışlanma çok görece bir kavram. Avrupa Birliği'nin dışında kalmak, Avrupa'dan dışlanmak mıdır? Norveç ya da İsviçre öyle mi?
Dışlanmayı tam üyeliğin dışında kalmak olarak almak, aynı zamanda, tam üyelik için şimdiki tam üyelerin istedikleri koşullara uymayı da baştan kabul etmek demektir. Hem bunlara yan çizmek, hem de tam üyelik istemek olmuyor.
Ayrıca, Türkiye'de tam üyelik kavramının özü üzerinde yeterince düşünüldüğü de söylenemez. Egemenlik kaybına, ekonomik ve sosyal gelişmeyi istediği gibi belirleme iradesinden yoksun bırakılmaya halk olarak razı olunup olunmadığı derinliğine tartışılmış değildir.
Tam üyelik olmadan Gümrük Birliği'ni kabullenmek de çelişkili: Katılınmayan organlarca saptanmış bir dış ticaret politikasına katlanmak. Haksızlıkla ve ulusal çıkarlara ters durumlarla karşılaşıldığında Lüksemburg Mahkemesi'ne gidebilmek bile Ortaklık Konseyi'nin ortaklaşa kararına bağlı.
Ama, tam üyeliğin yakın gelecekte gerçekleşeceğine ilişkin hiç belirti yok.
Hatta, uzak bir gelecekte de gerçekleşebileceği kesin değil.
O zaman, Başbakan Yılmaz'ın uçak yolculuğunda şöyle bir açıkladığı tutum değişikliği ilk bakışta makul gözükebilir: Türkiye'nin tam üyelik sürecini takvime bağlama ısrarından vazgeçip Gümrük Birliği'ne birtakım avantajlar eklenmesiyle yetinmesini akla yakın bulanlar çıkacaktır.
Ancak, sorulması gereken soru şu: Vazgeçiş, geçici bir taktik mi, yoksa Avrupa Birliği ile ilişkilerde yeni ve sürekli bir politikanın açıklanması mı?
Geçici bir taktik değişikliği söz konusu ise, bunun böylesine davul, zurnayla duyurulması büyük yanlışlık: Diplomaside, geri çekilme çizginizi önceden açıkladınız mı, tutturmak istediğiniz çizgiyi de tutturamazsınız.
Tam üyelikten temelli olarak vazgeçildiğini ve bu yeni perspektife göre Gümrük Birliği koşullarına yeniden bakılacağını açıklamak belki daha etkili olabilirdi.
Hatta, tam üyelik asıl amaç olarak kalsa bile.
Kısacası, ne istediğini bile tam olarak bilmeden sürekli kapı yumruklayan ülke görüntüsü hiç hoş bir görüntü değildir.
* * *
Aynı şey, bu ilişki dolayısıyla nelerin istenmediğini belirtmek bakımından da geçerli.
Örneğin, Türkiye'nin, bırakın belirli bir müzakere takvimini, kesin tam üyelik pahasına da olsa, Ege'deki haklarından ve KKTC'yi ayakta tutma iradesinden vazgeçmeyeceğini bütün açıklığıyla duyurmak, tablonun iç ve dış zihinlerde aydınlanmasına yardımcı olabilir.
Türkiye'siz bir tam üyelik uğruna Rumlar'la birlikte aynı müzakere delegasyonu içinde yer almayı uman ve bu bakımdan Brüksel'e umutlar veren Kuzey Kıbrıs'taki zihinlerde de.
Böylesine aydınlatılmış bir tablo içinde, ekonomi, insan hakları ve Güneydoğu konularında ileri sürülebilecek noktalar sanıldığı kadar önemli değildir. Çünkü, onlar, tam üyelik söz konusu olsun olmasın, Türkiye'nin düşünmek ve çözmek zorunda olduğu sorunlardır.
Kendi iradesiyle, kendi halkına uygun gelecek biçimde.
Ama, tekrar tekrar belirtmekte yarar var: Bunların hepsini bir bütün olarak düşünebilmek, Avrupa Birliği'ne tam üyeliğin ulusça niçin ve ne kadar istendiğini derinliğine düşünüp ulusça bir karara varmakla mümkündür.
Paylaş