Paylaş
Toplumca, devlet adamlarımızla, medyamızla, halkımızla hep birlikte kendi kendimize çoktan sormamız gerekmez miydi: Türkiye'yi henüz iki yıl önce dışlamış bir Avrupa'nın, Almanya'sıyla ve İsveç'iyle, bu son sekiz-dokuz aylık yumuşayışı nedendir? Daha bir yıl önce Öcalan'la sarmaş dolaş yakalanmış bir Yunanistan niçin şimdi gülücükler saçmaktadır?
Avrupa, yaptığı haksızlığa vicdanı sızlayarak pişmanlık mı getiriyor?
Yunanistan'ın gönlünde komşuluk muhabbetini uyandıran depremler mi oldu?
Diplomaside yanıtları çok iyi verilebilecek olan bu soruları medya niçin ısrarla sormuyor? Devletin tepelerinde birileri dıştakilerle kafa kafaya verip ülkeyi çıkmaz bir yola sokmaya kalkışmışlarsa, öbür devlet adamları neden susuyorlar? Gazeteler, televizyonlar insanların gözünü açacaklarına, safalak köşe yazıları ve yanıltıcı yorumlarla halk yığınlarını niçin yanıltmaktalar?
Gerçeği ve doğruyu halka açıkça söylemenin ve acısı sonradan duyulacak bir yanılgıyı önlemenin tam zamandır.
Evet, Avrupa Lüksemburg kararının yanlışlığını gördü.
Ama, haksızlığı fark edip düzeltmek istediği için mi? Yoksa, Ankara'nın ‘‘siyasal’’ konuları görüşmeme tutumu üzerine avucundan kaçırdığı Türkiye'yi çeşitli baskılarla bazı şeylere zorlayamaz duruma düştüğünden mi?
Yunanistan, Pangalos sonrasında gerçekten mi değişti? Yoksa, ‘‘Türkiye'yi adaylık kapısından sokarsak, Ankara'yı sizin sorunlarınızı çözmeye daha kolay zorlarız’’ diyenlerce ikna edildiği için mi?
Şurası açıkça belli ki, geçen yaz başında tutum değişikliğine karar verilince Almanya'da yazılıp Ankara'ya imzalattırılmış mektupla başlatılan girişim meyve vermek üzeredir. Türkiye, 1963 Antlaşması'yla zaten hakkı olan bir ‘‘adaylık’’ unvanı uğruna, sürüm sürüm süründürüleceği bir yola çekiliyor.
Ama, şimdi, bu karamsar düşüncelerle büsbütün iç karartmanın zamanı değil. Yakın günlere ilişkin olasılıkları düşünmek gerekiyor. Şu sırada, Yunan ve Rum diplomasisi başta olmak üzere, Türkiye'yi, bırakın sonraki yılları, bugünden bazı koşullara bağlamanın hesabını yapanlar var. Hükümet, bu oyunlar karşısındaki tavrını herkesten önce kendi halkı önünde bütün açıklığıyla ortaya koymalıdır.
Örneğin, adaylık lütfedilirken, Kopenhag ölçütleri gibi herkese uygulanır genel koşullar ötesinde, buradaki temsilci Karen Fogg'un da ağzından kaçırdığı gibi, bazı siyasal koşullar konursa ‘‘Eksik olsun, istemem’’ denebilecek mi?
Daha önemlisi, Başbakan Çiller'in 1995 Gümrük Birliği kararındaki şaibeli davranışı sonrasında bile ‘‘Türkiye alınmadan Kıbrıs Cumhuriyeti alınamaz’’ diyen Türkiye, bu kez, Rum Yönetimi'nin tam üyelik görüşmeleri için tarih verilirse, adaylık uğruna susup durumu kabullenecek mi? Üstelik, adada çözüme varılmadan ve Ankara'nın tam üyeliği çıkmaz ayın son çarşambasında gözükürken?
Biline ki, bu zilletlere katlanmak, bugünkü siyasileri küçültmekle kalmaz, koca Türkiye'yi gelecek yüzyılın ilk çeyreğinde tam bir aciz içine düşürür.
Paylaş