Paylaş
Raffles, geçen yüzyılın başlarında Singapur'u Singapur yapan adamın adı. Ama, bundan dolayı, oradaki birçok şey gibi, en eski, en anlamlı, en ünlü ve yakın zamanlara kadar en büyük otelin adı da Raffles.
Ne var ki, bugünlerde Raffles Oteli'nin salonlarında in cin top atıyor. Güneydoğu Asya'yı vuran ekonomik bunalım burayı da etkilemiş. Çevre ülkelerden Singapur'a gelip gidenlerin sayısında müthiş düşme olduğu söyleniyor.
Temmuzda Tayland'dan başlayan yıkım, Malezya'ya ve ardından Güney Kore'yle Endonezya'ya sıçrayınca, güçlü ekonomileri sayesinde Batı sermayesiyle bu ülkeler arasında bağlantı kuran Hong Kong ve Singapur gibi yerler zarar görmüş.
İşin kötüsü, parası altı-yedi ay içinde yüzde 70 değer kaybeden Endonezya'da akaryakıt zamlarıyla başlayan öğrenci direnişi kanlı sokak çatışmalarına dönüşünce, bir başka tehlike ortaya çıkmıştır: Göç olasılığı. Singapur, zaten 600 küsur kilometrekareye sıkışmış olan üç milyonluk nüfusuyla, şimdi bu tehdidin gölgesinde yaşıyor.
Bir yandan da, çevresindeki ekonomik çöküntüyü durdurmak için, Güneydoğu Asya'nın Amerika'daki avukatlığını yapmakta. Başbakan Yardımcısı Lee Hsien Loong'un son Washington seferi, IMF ve Dünya Bankası üzerinden 18 milyar dolarlık bir yardımın bu ülkelere aktarılmasını sağlamayı amaçlıyormuş.
Ama, kolay mı? Sosyal yapı bozuk, yolsuzluk korkunç ve rüşvet çok olunca, Güneydoğu Asya'da son aylara gelinceye kadar herkese parmak ısırtan ekonomik gelişmenin hızı da en ufak sarsıntıyla düşüp çöküşe geçebiliyor.
Gerçekten, son bunalımın temelinde yiyici siyasal kadroların güvencesiyle girişilmiş çürük temelli bir dış borçlanma sistemi yatmakta. Borçlar ödenmeyince, yabancı sermaye geldiğinden daha büyük bir hızla kaçıp gidivermiş. Belki de, şımaran ekonomilerin burunlarını biraz sürtmek için.
Endonezya gibi yerlerde, sistemdeki vurgun noktalarını ele geçiren ‘‘akraba ve taallukat’’ın dış borçlarını ödeyip durumu kurtarmak gerektiğinde, para bulmak için temel hizmetlere ve mallara yapılan zamlar enflasyon girdabını başlatıyor. Arkasından, ayaklanmalar, yolsuzluk ve rüşvet üzerine kurulmuş otoriter düzenlerin düpedüz baskı rejimlerine dönüşmesi.
Oralara yatırım yapan Avustralyalı bir işadamı, daha geçen gün Sydney'de, ‘‘Yüzde 30 rüşveti doğal karşılıyorduk; ama yüzde 35'e çıkartılınca vazgeçtik!’’ demişti.
Dış ticaretini geliştirmek için Singapur'da büyükelçilik, Hong Kong ve Taipeh gibi yerlerde dışsatım temas büroları açmış olan Ankara, Asya'nın bu köşesinde olupbitenlere ilgisiz kalamaz.
Hele Türkiye'yle gümrük birliği kurmuş bir Avrupa Birliği, ASEAN denen ‘‘Güneydoğu Asya Uluslar Birliği’’ ile neredeyse kurumsallaşmış bir ilişki içine girmiş ve Ankara'yı ASEM adı verilen bu özel ilişkinin dışında tutmuşsa.
Şu duruma bakın: Kendisini Avrupa'nın dış ticaret politikasına bağlamış bir Türkiye, başka şeylerinden dışlandığı yetmiyormuş gibi, Asyalı yanı da unutularak artık böyle bir diyaloğun bile dışındadır.
Gelene gidene ‘‘Köprü olduğumuz için önemliyiz’’ diye diye, sonuçta galiba, bütün köprüler gibi, iki kıyı ortasında açıkta kalmış durumdayız.
Yoksa, ‘‘merkez ülkesi’’ olma iddiası, bu açıkta kalışın yeni adımı mıdır?
Paylaş