Mümtaz Soysal: Anıt

Mümtaz SOYSAL
Haberin Devamı

Dünya Bankası ve IMF denen Uluslararası Para Fonu, gelişmiş ülkelerin çıkarlarına uygun politikaları savunurlar genellikle. Kibarca ‘‘gelişmekte olanlar’’ diye adlandırılan öbür ülkelerin gözüyle ekonomilere bakabilen en önemli kuruluş ise, Birleşmiş Milletler Ticaret ve Kalkınma Konferansı'dır. Onun 1998-99'a ilişkin olarak yayınladığı son rapor, Türkiye'de kaç yıldır kafalara dank etmeyen bir gerçeği olanca açıklığıyla ortaya koyuyor: Küreselleşme, dayattığı politikalarla, gelişmekte olan ülkelerin büyüme hızında yüzde 6'dan yüzde 1,8'e kadar varan düşüşlere yol açarken, gelişmişlerin büyümelerinde müthiş artışlar sağlamış.

Rapor, ‘‘Aman, gelsin de nasıl gelirse gelsin!’’ diye çırpınılan yabancı sermayenin beklenen yararı sağlamadığını da gösteriyor. Gelen sermaye, sanayi yerine, daha çok hizmet sektörüne, turizm yatırımlarına yönelmiş. Türkiye gibi ülkeler sermaye hareketlerini büsbütün serbest bırakınca, yabancı ve yerli yatırımcılar dışarıya para kaçırmakta neredeyse birbirleriyle yarış etmişler. Dışa çıkan para girenden daha çok. Buna karşılık, sermaye hareketlerini en sıkı denetleyen Çin ise, son on yılda en çok yabancı sermaye çeken ülke olmuş.

Bu tabloyu yaratan nedenler çok çeşitli: Geri kalmışların dışa sattıkları hammadde ve sanayi ürünü fiyatlarındaki düşüşler, dış ticaretteki ani serbestleşmenin dışalımda büyük artışlar yaratırken dışsatımın aynı hızla gelişmemesi, ucuz petrolün gelişmişlere sağladığı 60 milyar dolarlık tasarruf. Ayrıca, gelişmişlerin, bir yandan ticaret serbestliğinden söz ederken bir yandan da gelişmekte olanların düşük teknolojili sanayi ürünlerine koydukları sınırlamalar, oralarda toplam 700 milyar dolarlık dışsatım kaybına yol açmış.

* * *

Bu durumda, raporun yalnızca bir yanını alıp ‘‘Birleşmiş Milletler'e göre Türkiye güçlü bir rekabetçi’’ diye kendimizi aldatmanın álemi yok. Çin, Brezilya, Şili, Hindistan, Endonezya gibi ülkelerle birlikte Türkiye'nin de ‘‘güçlü rekabetçi’’ duruma geçtiği sanayi dalları, ancak düşük ya da orta dereceli teknoloji kullanan ve emek maliyeti az olan dallar.

Bunlar dışında, bizim gibi ülkelerin küreselleşmeye kendilerini uydurabilmeleri ancak ağır bir bedel ödeyerek gerçekleşebilmektedir. Bedellerin en ağırı ise, ‘‘kalkınma ekonomisi’’ denen bir düşünce tarzının zihinlerden silinmesi, plansız, başıboş, kör gidişlerin özgürlük sanılmasıdır.

* * *

Şu garipliğe bakın: Bütün bunlardan ders alması gereken ve küreselleşmeyle başedebilmek için aklını başına devşirmesi gereken bir Türkiye, şu günlerde, tam tersine şimdiye kadarki derbederliğin, maslahatçılığın, her işi dalgalanmaya bırakmanın baş sorumlusu olan zihniyeti bir süre daha devletin başında tutabilmenin tartışmasına girmiştir. ‘‘Lider’’ denenler bunun için kafa kafaya vermiş, yazarlar bunun için seferber.

Neredeyse, Türkiye'yi bu durumlara düşüren ve sorunlar önünde bocalamasına yol açan o zihniyeti ibret anıtı gibi yüksek bir tepeye dikmek istercesine.



Yazarın Tüm Yazıları