Paylaş
Vaktinde yapılacak işleri yumurta kapıya dayanıncaya kadar bekleten bir toplumda, cumhurbaşkanı seçimi de büyük sorun oldu. Oysa, parlamenter sistemin istediği cumhurbaşkanı tipi belli; seçim tarzı da Anayasa'yla düzenlenmiş. Sorunun böylesine büyümemesi gerekirdi.
Ama Türkiye'de bir de yıllardır sürüp giden sistem tartışması var: Başkanlığa ya da yarı-başkanlığa doğru bir değişme gerektiği söylenegeldi. Bu düşüncenin yerinde olup olmadığı bir yana, yerinde sayılsa bile sistemin bütününde onunla birlikte ne gibi değişiklikler yapılması gerektiği üzerinde de yeterince kafa yorulmuş değil.
Şimdi karşı karşıya gelinen seçimin büyük soruna dönüşmesi, hem bu tartışmanın henüz sonuçlandırılmamış olmasıyla, hem de tartışmayı başlatıp sürdürenler arasında bugünkü cumhurbaşkanının bulunmasıyla yakından ilgili.
Böyle bir durumda Sayın Başbakan'ca bulunan çözüm, ilk bakışta çok basite benziyor: Bir ‘‘küçük’’ Anayasa değişikliği yapıp devlet başkanını ikinci kez seçtirmek. Başbakan'a göre, sorunun bu yanı sağlandıktan sonra, ‘‘İki kere beşer yıl mı, yedişer yıl mı?’’ konusu ayrıntıdır, kolayca çözülür.
Acaba sorun böylesine basit mi? Daha önceki yazıda belirtildiği gibi, bu konudaki en küçük değişiklik girişimi bile, devlet başkanının sistem içindeki ağırlığını şu ya da bu yönde etkileyecek bir kumar niteliği taşımıyor mu?
Kişileri işe katmadan da, soyut olarak çok şey söylenebilir.
Birincisi şu: Kendisini devletin başında tutabilmek için anayasa değişikliğine kadar gidilen kişi, böyle bir girişim başarılı olduğu zaman, yetkilerinde hiç değişiklik yapılmasa bile, ister istemez daha güçlendirilmiş olacak, ya da en azından, kendisini öyle görecektir. Meclis'tekiler bunu düşünmeden edemezler. Çünkü, 1982 Anayasası'nın devlet başkanı, hukuken, daha önceki anayasaların devlet başkanlarına göre zaten hayli güçlüdür.
Ayrıca, cumhurbaşkanının iki kez üst üste seçilebilmesi demek, Meclis'le ilişkisi açısından, aynı kişinin yeniden seçilmek için birinci defaki davranışlarıyla ikinci seçilişten sonraki davranışları arasında ister istemez belirli bir farklılığa katlanmak demektir. Bu durumda, iki kez yedişer yıldan söz etmek, on dört yıllık bir katlanıştan söz etmek olur. Fransa böyle bir kuralı, devlet sisteminde yarı-başkanlığa doğru bir temel değişiklik yaparak benimsedi. Amerika'da ise, hem cumhurbaşkanı, hem başbakan sayılabilecek olan ‘‘başkan’’ın dörder yıllık iki dönemle de olsa ancak sekiz yıl başta kalması, Franklin D. Roosevelt istisnası dışında, 1951'e kadar bir centilmenlik geleneği, o tarihten beri de bir anayasa kuralıdır.
Daha önemli ve bugünkü konjonktür açısından ilginç olan şudur: Böyle bir değişiklik Meclis'te 330'dan çok, ama 367'den az oy alırsa gidilecek olan halkoylaması, sonuç açısından, şimdiki devlet başkanının doğrudan doğruya halk tarafından seçilerek daha da güçlenmesi ya da hiç istenmemesi anlamına gelir.
Meclis'i ve Cumhurbaşkanı'nı derinliğine düşündürmesi gereken ikinci yön de budur.
Paylaş