Paylaş
BOŞUNA dememişler, ‘‘Aşkın gözü kördür’’ diye: Avrupa aşkının gün kadar açık bazı gerçekleri gözden uzak tuttuğu o kadar belli ki.
Bu aşk, doğru ya da yanlış, bütün toplumun, en azından büyük bir çoğunluğun aşkı olabilir. İki yüz yıllık özlemler birikiminin sonucu olan altmış beş milyonluk bir aşkın genel körlük yaratması da doğaldır.
Ama, hiç olmazsa, kararlarıyla toplumun kuşaklar ötesi geleceğini etkileyecek durumda olanlar, bu ortak körlüğü aşmak ve görebildiklerini halk yığınlarına aktarmak zorunda değil midirler?
Haftasonları elbet böyle konularla keyif kaçırma zamanı olmamalı. Dinlenmek, her şeyden önce çalışma günlerinin hayhuyu dışında kafa dinlemektir. Fakat, kafa dinlemek, kör tutkular yerine aklı dinlemek değildir de nedir?
Şimdi, elin adamları, ‘‘Son bir yıl içinde söylenenleri tam yapmadınız’’ diyen bir ‘‘İlerleme Raporu’’nun ardından on sekiz sayfalık Katılım Ortaklığı belgesini önünüze koyup ‘‘Bunları da yapmanız gerek’’ diyerek bir yığın koşul saymışlar. Sonra, siz, bunun ‘‘müzakere edilmeden tek taraflı hazırlanmış’’ bir metin olduğunu özenle belirtip ‘‘Dayatma değil, yol haritasıdır’’ diyor, ‘‘AB üyelik sürecinde varmış olduğumuz bu yeni ve önemli aşamanın milletimize hayırlı olmasını diliyoruz’’ sözleriyle ‘‘Hükümet Açıklaması’’ yapıyorsunuz.
Halkın da, dış dünyanın da gözünde bunun anlamı, ‘‘Belgeyi olduğu gibi kabul ediyoruz’’ demekten başka bir şey olamaz.
Böyle olunca, Komisyon metninin asıl siyasal karar organı olan Konsey'ce kesinleştirilmesine kadar hiç mi bir şey yapılmayacaktır? Değiştirilmesi ve geçerli olduğuna inanılan ‘‘mutabakat’’lar doğrultusunda düzeltilmesi gereken hiç mi nokta yoktur?
Örneğin, 2001 yılı sonuna kadar yerine getirilecek ‘‘kısa vadeli öncelikler’’ ve ‘‘ara hedefler’’ olarak sayılmış on bir madde arasında yer alan Kıbrıs paragrafının anlamı nedir?
Hükümet açıklaması, ‘‘Biz bu konuyla AB adaylığını daima birbirinden ayırır ve AB ile varılan yazılı anlayış birliğini esas alırız’’ diyor. Karşı taraf da öyle mi demektedir? Öyle deselerdi, o ‘‘ayrı konu’’ burada yer alır mıydı? Yoksa, ‘‘Yazılı mutabakat dediğiniz mektuplaşma, Konsey kararına dönüşmemiş bir dönem başkanlığı yazışmasıdır ve bizi bağlamaz’’ mı demekteler? Böyle diyorlarsa, 2001 yılı sonunda ‘‘Bu konuda istediğimizi yaptınız mı?’’ diye sorma hakları doğmaz mı? İstenen, ‘‘Genel Sekreter'in çözüm çabasına güçlü destek vermek’’ olduğuna göre ve çabanın ne olduğu da Rum görüşlerine çok yatkın bir son metinle açıkça belliyse, 2001 sonunda soracakları soru, ‘‘Kıbrıs sorununu Atina'nın istediği biçimde çözdürttünüz mü?’’ olmaz mı?
Başkalarının pek aldırış etmediği yorumlarla kendimizi aldatmaktan hoşlandığımız eskiden beri bilinir.
Ama, aldanışı sevmek, halkını aldatışı da sevmek olmamalı herhalde.
Paylaş