Paylaş
Refah'ı kapatan mahkeme kararı karşısında Türkiye'deki Batılı gazetecilerin, ülkedeki yabancılara seslenen Batı dilindeki yayın organlarının ve genellikle bütün Batı'nın tepkilerini izlemek ilginç.
Bu tepkilerin ortaya koyduğu çelişkiler daha da ilginç.
Bilgisizlikten ve büyük ölçüde Türkiye üzerindeki hesaplardan kaynaklanan tepkileri hoşgörmek mümkün olsa da, çelişkilere kızmamak mümkün değil.
Yıllar yılı Türkiye'ye ‘‘hukuk devleti ol!’’ dersi veren onlar değil miydi?
Bir cumhuriyeti kuran ve ayakta tutan temel düşünceyi anayasaya koymak ve sonra da bunu koruyacak hukuk mekanizmalarına uymak, hukuk devleti olmak değildir de nedir? Temel düşünceye uymayan partileri yine bu çeşit hukuk mekanizmaları eliyle kapatmak, Federal Almanya başta olmak üzere birçok Batılı ülkenin seçtiği yol değil midir? Aynı şeyi Türkiye yapınca, hukuk devleti niçin demokrasiyle çatışır olsun?
Daha birkaç yıl önce, ‘‘Galiba Türkiye de İran'a dönecek!’’ diye telaşlanan ve Çiller'in sıkılmadan kullandığı bu telaşla Gümrük Birliği'ni apartopar imzalayan onlar değil miydi?
Aynı telaşı bu ülkenin kamuoyu, Cumhuriyet Başsavcısı ve ordusu duyup şimdiki sonuç ortaya çıkmışsa, Batı'nın bugünkü tepkisi ne kadar içtendir?
Daha önemlisi, Refah'ı büyüten ve rejim için tehlikeli boyutlara vardıracak kadar ölçü dışına iten asıl etkenler, halkın köktendinciliğinden çok, kötü ekonomik ve sosyal koşullar karşısındaki çaresizliğin halka benimsettiği ‘‘adil düzen’’ vaatlerİ değil midir?
Peki, bu koşulları yaratıp sınıflar ve bölgeler arası uçurumlar açan modeli ‘‘küreselleşmenin zorunlu kıldığı tek evrensel reçete’’ olarak Türkiye'ye salık veren, bugün üzüntüden kahrolduğu söylenen aynı Batı değil midir?
Bu nokta, sözü konunun alaturka çelişkilerine getiriyor.
Kısa vadeli siyasal hesaplar bir yana, bugün Refah'ın kapatılışı karşısında ‘‘timsah gözyaşları’’ döken yerli siyasiler ve partiler, ekonomik ve sosyal konularda halk yığınlarının ‘‘adil düzen’’ hayalleri peşine düşmesini önlemek için ne yapmışlardır? Türkiye'nin solu bile bu konuda halk yığınlarını köktenci çözümlere yönlendirememiş olmaktan sorumlu değil midir?
Köklü ekonomik ve sosyal sorunlara kim ‘‘köktenci’’ çözümler önermiştir de, halk yığınları onlara aldırmayıp ‘‘köktendinciler’’e gitmiştir?
Ekonomik ve sosyal etkenler bir yana bırakılarak sorun din konusuyla sınırlı tutulsa bile, cumhuriyetin devrimci laik çizgisinden uzaklaşmayı başlatanlar, Refah Partisi ve onun şimdi kurban verdiği politikacılar mıdır? Erbakan suçludur da, bu gidişi derece derece, azar azar, uyuyan bekçileri uyandırmadan usul usul cesaretlendiren Şemseddin Günaltay'lar, Sirer'ler, Menderes'ler, Demirel'ler, Evren'ler, Özal'lar, Çiller'ler hiç mi suçlu değildir?
Nihayet, bu kadar açık gerçekleri ve gerekleri görmeyip Atatürk heykellerinin gölgesinde yıllar yılı rehavete kapılmış olan toplumun bütünü hiç mi sorumlu değildir?
Paylaş