Paylaş
Yok, bir peri masalının kahramanları değil Al-Pet ile Yar-Pet. Bunlar, Türkiye'nin büyük petro-kimya kuruluşu PETKİM yakında ikiye bölününce iki ayrı kurum olarak ortaya çıkacak olan Aliağa ve Yarımca tesislerinin adları.
‘‘Niçin bölünüyor acaba koca kuruluş?’’ diye sorarsanız, bunun yanıtı ne yönetim bilimi veya işletmecilik ilkeleriyle ilgilidir, ne de ekonomiyle.
Asıl neden, satışı kolaylaştırmaktır.
Çünkü, Türkiye'yi yönetenler 27 Mayıs 1960 sonrası planlamacılığının ürünü olan ve en son açıklanmış rakamlara göre yalnız 1997 yılında tam 21 trilyon lira kár eden PETKİM'i elden çıkarmaya çoktan kararlıdırlar. Özelleştirme İdaresi'nin Başkanı, ‘‘seçimlere kadar dev satışlar yapılamayacağı için’’ Atik Ali Paşa yalısının satışı gibi ayrıntılar yanında, bu küçük ayırma işini de tamamlamaya çalışıyormuş.
Ayırma bir an önce yapılmalı ki, yeni iktidar satış işlemlerini hemen başlatıp bol gelir sahibi olmaya hazırlanabilsin.
Yapılmak istenen, önce TEK konusunda yapılandan farksızdır: Bölüp satmak.
Bölmenin işletmecilik ilkelerine, görülen işin veya hizmetin niteliğine aykırı olması, onlar açısından hiç önemli değildi. Oysa, elektrik mühendisleri hep söylemişlerdi: ‘‘Elektrik enerjisinin üretimini, iletimini ve dağıtımını birbirinden ayırmak, teknik nedenlerle sakıncalı ve ekonomik nedenlerle de yanlıştır.’’ Ama, kim dinler? TEK, önce üretimde TEAŞ ve dağıtımda TEDAŞ olarak ikiye bölündü; sonra ikisi de bölge kuruluşlarına bölünüp bir sürü kamu anonim şirketi yaratıldı.
Arkasından, değişik etiketler gerisinde satışlar geldi.
Her defasında, hukukun kafası gözü yarıla yarıla.
Türkler akıllı da, nükleer santrallar da dahil, bütün elektrik üretimini, iletimini ve dağıtımını ‘‘Electricite de France’’ adlı tek bir kamu kuruluşuyla yürüten Fransızlar aptal sanki. Oysa, Fransızlar'ın aptal olmadığı, ‘‘Devlet çimentoculuk da yapar mıymış?’’ diyerek satışa çıkardığımız en iyi beş çimento fabrikamızı ‘Ciments français’’ adlı kamu kuruluşlarına satın alıverdikleri zaman belli olmuştu.
Ama, Özelleştirme İdaresi Başkanlığı'nı yapan kişiye sorarsanız, kamusal olan her şey kötüdür. ‘‘Buldozer gibi giderken POAŞ'a çarptık!’’ diye bir açıklama yaptıktan sonra, ‘‘Intermedya Ekonomi’’ adlı dergiye geçen ay verdiği demeçte de şöyle konuşmuş: ‘‘Öyle dedim ama, iki-üç tane ihalede sorun çıktı diye özelleştirmeden vazgeçmek olmaz. Türkiye'nin sadece ihalelerinde mi sorun var? Şikáyet ettiğimiz bütün olumsuzlukların sebebi, kamudur. İnsan haklarını ihlal eder, ormanları yağmalatır, hastanelerde süründürür, emekli kuyruklarında öldürür. Neyi doğru yapıyor ki, işletmeciliği doğru yapsın? Kamu yararı safsatasıyla birileri bu işe mani olmaya kalktıkça, kamuyu emenler de bir köşede kıs kıs gülüyorlar. Yani, kötülüklerin anası kamudur.’’
Tabii, ananın en büyük kötülüğü, ‘‘kapsam’’ içindeki kamu kuruluşlarının teslim edildiği bu düşüncedeki bir kişiye kamu parasıyla maaş vermesi, hatta bununla yetinmeyip onu ayrıca Türk-Telekom adlı kamu şirketinin yönetim kurulu üyeliğine getirmesidir.
Bereket, aynı ananın böyle insanlara ve onlara kamu parası veren politikacılara meydanı boş bırakmayacak başka çocukları da var.
Paylaş