Paylaş
Artık görmeyen, anlamayan kalmamıştır herhalde: Enflasyon, toplumun bir kesiminden başka bir kesime sermaye aktarma yöntemi olarak Türkiye'nin yaşamına oturup çöreklenmiştir.
Tam bir sistem niteliğiyle.
Destekleyicileri ve gizli lobileriyle.
İsterseniz, iki seçim öncesine, 1991 yazına dönelim.
İstanbul'da yayınlanan Ekonomist dergisinin 4 Ağustos 1991 tarihli 31. sayısında, sanayici ve işadamlarının düzenledikleri Divan Oteli toplantısının gizli tutanakları yayınlanıyor.
Yalım Erez sormakta: ‘‘Toplumun bütün kesimleri enflasyonun düşmesini istiyor mu? Siz istiyor musunuz? Hayır. Bırakın bunları.!’’
Aynı sorunun benzeri Ekrem Pakdemirli'nin de ağzında: ‘‘Gerçekten enflasyonun düşmesini istiyor muyuz? Tersini istercesine gidişat var. Ne dersiniz?’’
Konuşan yahut toplantıya rapor gönderen işadamları, neredeyse hep bir ağızdan, özetle şunları söylüyorlar: ‘‘Enflasyon yüzde 45'ten aşağı düşürülürse, sanayi zorlanır. Enflasyona alışmamız lazım. Büyüme başka türlü olmaz.’’
Biri, daha açık, ama insaflı ve hakça konuşuyor: ‘‘Türkiye'deki enflasyon bir sistemdir. Kalkınmanın finansmanında tek çare dolaylı vergidir. Kalkınmanın finansmanında gerekli, fakat eşit olmayan bir vergi.’’
İşte yaşanan gerçek bu sözlerde saklı: Sanayinin finansmanı için, ücretle geçinen kesimlerden, köylüden, hatta yarı işsiz ve güç bela yaşayan insanların gelirlerinden kesilerek sermaye kesimine para aktarılması gerek. Enflasyon, bunun en kestirme ve görünürde en iyi kamufle edilebilen yolu.
İşin püf noktası şuradadır: ‘‘Kredi maliyetleri yüksek, yatırım yapamıyoruz’’ diyerek enflasyondan yakınır gözüken kesim, aslında, kendisini enflasyona en kolay uydurabilen, onunla birlikte rahat yaşayabilen, hatta ondan yararlanan kesimdir. Ürettiği malın girdileri pahalılanmışsa çıktılarını pahalılaştırmak onun elinde. Pahalı ürettiğini, üstüne kâr da ekleyerek, pahalı satabiliyor.
Üstelik, elde ettiği karın bir kısmını, hiç yatırıma falan aktarmadan, faize ve repoya koyarak, yüksek faiz sayesinde oturduğu yerden para kazanma olanağı da var. Ayrıca, devlet çeşitli adlarla borç senetleri çıkarıp para topladıkça, devlete ‘‘borç’’ verip belli bir sürenin sonunda hem ana parasını, hem faizini geri alan da o.
Öbür kesim ise, tekel durumundaki mallara ve hizmetlere yapılan sürekli zamlarla ve hepsinden önemlisi, ücretinden kesilenlerle, devlete, ‘‘borç’’ değil, vergi vermekte ve geri alamayacağı paralar transfer etmektedir.
Ayrıca, sanayici ile kâr ve rant geliri sahipleri, vergilerini dönem sonunda, paranın değeri yarı yarıya azaldıktan sonra öderken, emeğiyle geçinenlerin ödedikleri vergi, paranın o sıradaki değeri üzerinden aktarılmış oluyor.
Bunları, belki, ‘‘fazla basitleştirilmiş ve çok kaba anlatılmış şeyler’’ diye alaya alanlar çıkacaktır.
Ama aynı derecede basit ve kaba gerçek şu ki, bu basit ve kaba şeyler büyük halk yığınlarınca anlaşılıp önlenmedikçe, enflasyon da sürüp gidecektir.
Paylaş