Ahşap

DENİZCİLİĞİ, deniz işletmeciliği yanında deniz yazarlığı da bilinen Oktay Sönmez'in son kitabı ‘‘Anılarda Gemiler’’.

Bir de alt başlığı var bu yapıtın: ‘‘Ufkun Ötesinde Kayboldular.’’ Gerçekten de, yıllarca denizlerde ve dillerde gezdikten sonra kaybolan, batan, hurdaya çekilen, zihinlerden silinen gemilerdir bunlar.

Ama, ancak kimilerinin zihinlerinden silinmişlerdir. Yoksa, yazar Oktay, ‘‘mülazım kaptan’’ olarak ilk atandığı Mersin vapuru başta olmak üzere, kendisiyle birlikte yaşayan ya da deniz tutkunlarının gönüllerinde anıları hálá canlı duran gemileri dile getirir: Gülcemal ve Gülnihal'ler, Cumhuriyet, Karadeniz, Ege, Tarı, Aksu, Güneysu'lar, Trak, Marakaz, Sus'lar, Etrüsk, Kadeş, Tırhan'lar, Ankara, Adana, Tarsus'lar, Ordu, Trabzon, Giresun'lar, sonra Bakır ve Krom'dan başlayıp ‘‘talihsiz kızkardeşler’’ dediği Ödemiş ve Edirne'ye kadar bir yığın şilebin öyküsü.

Şileplerin belki de en ilginci, 2924 gros ve 3424 dedveyt tonluk ‘‘ahşap’’ Hisar vapurudur. Yıllarca Zonguldak ve civarındaki ‘‘ağız’’lardan İstanbul'a kömür taşıyan ve bu yüzden ‘‘Kömürcü’’ diye anılan bu kadar büyük bir şilebin nasıl olup da ahşap yapılmış olduğuna şaşabilirsiniz. Çünkü, aslında çok eski zamanların gemisi de değil. Yapımı 1915; yani Birinci Dünya Harbi sırasında Amerika'da yapılmış ve ‘‘Diana’’ adıyla kendi gibi elli gemiyle birlikte o zaman bile ileri teknolojiye sahip bir ülkenin taşıma filosuna katılmış.

Sönmez, ahşap şilep yapımının nedenini şöyle açıklıyor: ‘‘O yıllarda Atlantik ötesindeki bu büyük ülkede ekonomik bir kaos yaşanıyor. Her endüstride bir kriz, bir duraklama var. Çelik üretimi öyle azalmış ki, artık Amerikan tersanelerinde gemi yapımında çelik yerine sert ağaç kullanılıyor. Ahşap gemi yapımında işi seri imalata çevirenlerin başında Portland Supple Ballin Shipbuilding şirketi gelmekte.’’

‘‘Diana’’
nın Türkiye'ye gelip ‘‘Hisar’’ oluşu ise, 1918 sonrasında Pire'deki gemi piyasasına düşüşü ve Ankara'da kurulan genç cumhuriyetin yerli armatörleri gemi alımına teşvik etmesiyle ilgili. İlk alıcısı Kırzade Rıza Bey dolayısıyla 1924'te ‘‘Kırzade’’ adını alan gemi bir yıl sonra el değiştirip Kalkavanlar'a geçmiş ve ‘‘Hisar’’ olmuş. 1937 kışının azgın bir Karadeniz fırtınasında Riva deresinin ağzındaki Merkep Adası kayalıklarına sürüklenerek batarken de bu adı taşımaktaydı.

Amerika'nın, çelik gemiler yüzyılında bile zorunluluklar dolayısıyla ahşap gemi teknolojisini geliştirip seri yapıma geçme gereğini duyarak bunu başarmış olması üzerinde biraz derinliğine düşünmek gerekir.

Türkiye'nin kısaca ‘‘Ar-Ge’’ denen araştırma ve geliştirme etkinliklerine yeterince kaynak ayırmadığı bilinen bir gerçek. Ama bir başka gerçek var ki, o belki daha da önemli: Çağın son teknolojilerini yakalamaya, hem de bunu yetersiz olanaklarla yapmaya çalışırken, mevcut becerileri değerlendirip geliştirmek ihmal ediliyor. Kıyı kasabalarında ayakta kalmaya çalışan ahşap tekne yapımcılığının elinden tutmak, yenilikler getirip seri yapımı teşvik etmek ve nadirleştiği için meraklısının gözünde gitgide daha fazla değerlenen bu ustalığı öne çıkarıp ülkeye para kazandırmak çok mu zor bir iştir?
Yazarın Tüm Yazıları