Paylaş
Küçük oyunlarla seçim girdabına sokulmuş bir Türkiye'yi bekleyen en ciddi tehlike, tam şu sırada dışta oynanacak büyük senaryolardan uzak kalmaktır.
Yahut, Türkiye'ye karşı oynanabilecek büyük oyunların kurbanı olmak.
Özellikle Avrupa'yla ilişkiler ve bu çerçevede Kıbrıs sorunu bakımından.
Dün Londra'da yapılan ilginç bir toplantı, bu tehlikeyi bir kez daha gözler önüne sermiş sayılır.
Toplantı, ilk bakışta, resmi nitelik taşımayan, yarı akademik, yarı medyatik konferanslardan biri sayılabilirdi. Ama, düzenleyenlere ve katılanlara bakılınca, girişimin ciddiliği hemen seziliyordu.
Düzenleyen, ‘‘Avrupa'da Reform Merkezi’’ adında yeni bir kuruluş: İktidardaki İşçi Partisi'nin dış politikaya ve özellikle Avrupa'ya yönelik olarak kurduğu ‘‘düşünce üretme’’ yuvalarından biri.
Bir çeşit, yeni bir ‘‘Chatham House’’; yani eski ‘‘Uluslararası İlişkiler Kraliyet Enstitüsü’’nün bir benzeri. Nitekim, tartışmalar da o kuruluşun kurallarına göre yürütülüyor. Bir farkla: Orası ‘‘muhafazakâr’’ ağırlıklıydı; burası ‘‘işçi’’ ağırlıklı.
Diplomatların, Avrupa Birliği temsilcilerinin, parlamento üyelerinin, akademisyenlerin, medya ünlülerinin, hatta Kıbrıslı Rumlar'ın çağırıldığı konferansa, ‘‘Avrupalı bir Türkiye mi?’’ yahut ‘‘Türkiye Avrupalı mı?’’ diye iki türlü çevrilebilecek bilmecemsi bir ad koymuşlar.
Oturum başkanlığını Avrupa Birliği'nin Kıbrıs özel temsilcisi sıfatını da taşıyan Sir David Hannay'in yaptığını söylemek bile toplantının amacını belirtmeye yeter herhalde: Türkiye'nin ve Kıbrıs'ın tam üyelikleri dolayısıyla yaratılan çıkmazdan çıkış yollarını araştırmak.
Belki de, Avrupa Birliği Konseyi'nin Cardiff toplantısından önce, özellikle Kıbrıs sorunu açısından Majesteleri'nin hükümetine yol gösterebilecek siyasal bir durum değerlendirmesi yapmak. Çünkü, o toplantı, İngiltere'nin dönem başkanlığı haziranda bitmeden önce yapılacak son Konsey toplantısı.
Türk tarafının Ankara ve Lefkoşa'daki istikrarlı tutumu Avrupa'yı ve İngiltere'yi endişelendirmişe benziyor. Bu açıdan, Cardiff'te, ‘‘İstediğiniz buysa, onu da yapalım ve sizi 12'li adaylar listesine alalım!’’ demeye hazırlanıyor olabilirler.
Bunun Kıbrıs konusundaki direnişi kıracağını ve Türk tarafını egemen eşitlikte ısrar etmeyen daha uzlaşmacı bir davranışa çekebileceğini umarak.
Bulgaristan'a varıncaya kadar herkesi ‘‘aday’’ sayan, ama Türkiye'ye karşı açıkça ayırımcılık yapan ‘‘Lüksemburg Sonuç Kararları’’nın tepkisini yumuşatma yollarından biri de bu olabilir.
Ama, yeter mi?
Adaylık statüsünün, 1963 Ankara Antlaşması gereği, zaten tanınmış bir hak olduğunu ve siyaseten de içinin bir hayli boşaltıldığını düşünürseniz, elbette yetmez. Artık, adaylık ve ‘‘genişleme süreci’’ laflarını aşan yeni bir süreç var: ‘‘Tam üyelik müzakeresi’’. Türkiye'nin asıl bu sürece ciddi olarak alınıp alınmadığına bakmak gerekir.
Ayrıca, Kıbrıs'taki tutumun Avrupa'dan ihsan olunacak unvanlarla ve hele böyle elma şekerleriyle değiştokuş edilemeyeceğini de unutmamak.
Paylaş