Acı ilaç

Mümtaz SOYSAL
Haberin Devamı

Akıl almaz bir kazaya kurban giden Profesör Tevfik Ertüzün ne devletçiydi, ne de solcu. Tam tersine, bu inançlara uzak bir kuruluşun, Doğru Yol Partisi'nin Genel İdare Kurulu üyeliğini yapmıştı. Ama, özelleştirme adı altında girişilen talan ve peşkeş politikaları, halkın varlığına sahip çıkmak isteyen her sağduyulu insan gibi, onu da isyan ettirmiştir.

Kamu hisseleri blok satışa çıkarılan Erdemir'in, yani Ereğli Demir-Çelik Fabrikası'nın eski yönetim kurulu başkanlarından biri olarak üç yıl önce 12 Şubat 1995 tarihli Cumhuriyet Gazetesi'nde yayınlanan demecindeki şu sözler, salı günü, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin ‘‘Özelleştirme Uygulamalarını Araştırma Komisyonu’’ önünde yüksek sesle okunmaktaydı: ‘‘Özelleştirme diye yapılan bu işleme satış bile diyemeyiz. Resmen hediye ediliyor, başka bir açıklaması yok... Özelleştirme, devletin elindeki her şeyin satılması değildir... Kâr eden kuruluşları satmak kolay. Dünya Bankası'na ve IMF'ye ‘Bu sene özelleştirmeden şu kadar kazandık' diyebilmek için silah sanayiinin temel girdisi olan bir ürünün imtiyazı birilerine veriliyor... Erdemir mutlaka özelleştirme kapsamından çıkarılmalıdır.’’

Ne tuhaf: Demecin okunuşu, neredeyse bir veda mesajı gibi, tam da Ertüzün’ün toprağa verildiği saatlere rastlamaktaydı. Komisyon'a açıklamalarda bulunan KİGEM'in, yani Kamu İşletmeciliğini Geliştirme Merkezi'nin temsilcileri, yaşamdan ayrılan bir hakseveri böyle selamlamak istemişlerdi.

KİGEM sendika desteğiyle kurulmuş bir vakıf olduğuna göre, talan ve peşkeş politikalarının başlıca kurbanı olan işçi dünyasından da bir selam sayılabilirdi bu.

Konudaki büyük çelişki ve aldatmaca şuradadır: Bu satış politikaları, halk yığınlarına enflasyonla mücadelenin bir parçasıymış gibi sunuluyor.

Hazineye yük getiren ve dolayısıyla açıklarını kapamak için para basmayı veya borç almayı gerektiren kuruluşlar söz konusu olsaydı, böyle bir sunuşu anlamak bir ölçüde kolaylaşabilirdi. Oysa, sıradakiler Telekom'un T'si, Petkim, THY, Petrol Ofisi ve Erdemir gibi hep kârlı kuruluşlardır. Enflasyon düşürmekle bunun ne ilgisi var?

Böyle olunca, satış politikalarından doğan işsizlik ve sendikasızlaşma gibi durumları enflasyonla mücadelenin ‘‘acı ilaçları’’ saymak ne kadar doğrudur? Bunlar enflasyon düşürücü ilaçlar mıdır, yoksa dış ortaklı sanayici sınıflara sermaye aktarma politikasının çalışanlar için acı sonuçları mı?

Zaten bütün ‘‘acı ilaç’’ kavramını, bu örnekte olduğu gibi, ilacı asıl içmesi gerekenler açısından değerlendirmek gerekir: Acı, ama kim için acı?

Elbette enflasyonla mücadelenin acı ilaçları vardır.

Devlet yönetiminde ve varlıklı sınıfların tüketiminde savurganlığın sert önlemlerle engellenmesi gibi.

Kayıtdışı ekonominin ve rant gelirlerinin ağır vergilendirilmesi gibi.

Stratejik planlamaya dayalı doğrudürüst yatırımlara yönelik tasarrufun artırılması gibi.

Bunlar, şimdiye kadar hiç ilaç içmemiş olan ve tam tersine enflasyonun tatlı şerbetini içenlerin içmesi gereken acı ilaçlardır. Bu çeşit acı ilaçları düşünmeyip düşük ücret, zorunlu işsizlik, temel gereksinim mallarıyla hizmetlere zam gibi hep emekçilere yutturulan acı ilaçlara yüklenmek olmaz.

Daha doğrusu, bunlara yüklenmek, solun bugünkü zayıflığından miyopça, akılsızca, insafsızca ve günah işlercesine yararlanmak demektir.






 








Yazarın Tüm Yazıları