Paylaş
AVRUPA Birliği konusundaki iyimserliği gerçekçiliğe dönüştürmek gerekiyor.
Moral bozmak için değil, yanlış yapmamak için.
Özellikle de Ege, Kıbrıs ve Güneydoğu gibi yaşamsal sorunlarda.
Sık sık söyleniyor ve yazılıyor: 2004 yılı, tam üyelik için bir çeşit ‘‘sihirli tarih’’ olarak algılanmakta. Neredeyse, tam üyeliğin gerçekleşeceği ya da en azından, üyelik görüşmelerinin başlayacağı tarihmiş gibi.
Bir kere, söz konusu olan, 2004'ün herhangi bir ayı değil, sonudur.
Ne olacak 2004 yılının sonunda? Birlik Konseyi, aday ülkelerin en geç o tarihe kadar sınır anlaşmazlıklarını ya da bunlara ilişkin herhangi bir konuyu çözmek için ‘‘her türlü gayreti’’ gösterip göstermediklerine ve makul bir süre içinde konuyu Uluslararası Adalet Divanı'na götürüp götürmediklerine bakıp bir değerlendirme yapacak. Tam üyeliğe giden süreç üzerine yankılanması açısından.
Yalnız Türkiye için değil, bütün aday ülkeler için.
Paragrafın daha çok Ege için yazıldığı kesin. Ama, Ege anlaşmazlığı denince, Atina'nın iddia ettiği gibi sadece kıta sahanlığı ve Kardak ya da onların deyimiyle ‘‘İmia’’ kayalığı mı söz konusu?
Ya adaların çevresinde Yunanlılarca 10 mile çıkarılmış olan hava sahası?
Karasularının genişletilmesi, uçuş bilgilendirme bölgesi gibi konular?
Herhalde Atina'nın anlaşmazlığı kendi istediği konulara indirgemeye çalışması iyi niyet sayılıp da Ankara ‘‘her türlü gayreti’’ göstermemiş sayılamaz.
Demek ki, sonuçta istenen yapılmadığı zaman sadece Türkiye'nin suçlanması söz konusu değildir. Yunanistan da sorunlar listesini kısaltmakta ısrar etmek ve Türkiye'yi kabahatli göstemeye kalkışmakla aynı derecede töhmet altında kalacaktır. Dolayısıyla, ‘‘Onların istediğini yapmazsak süreç tehlikeye girer’’ korkusuyla tek konuda apar topar Lahey'e gitmenin bir álemi yoktur.
Kıbrıs sorunu açısından da 2004 ‘‘sihirli tarih’’ değil. O konudaki tarih, Kıbrıs'la tam üyelik görüşmelerinin tamamlanmasıyla daha önce de gelebilir.
Ama dikkat edilirse, ‘‘Kıbrıs Cumhuriyeti’’yle değil, ‘‘Kıbrıs’’la.
Hangi Kıbrıs?
Atina'nın iddia ettiği gibi bütün ada adına konuştuğunu söyleyen Rum Yönetimi mi? Herhalde, konfederatif bir çözümle oradaki bölünmüşlüğü gidermeyi öneren Türk tarafının tutumu, Avrupa'nın gözünde sorunlu ve bölünmüş bir Kıbrıs'ı içine almaktan daha akıllıca olacaktır. Demek ki, o konuda da telaşa kapılıp doğru bir tezden vazgeçmenin anlamı olamaz.
Aynı şeyler, yine aynı telaşla Güneydoğu konusunda atılabilecek yanlış adımlar için de söylenebilir.
Ama, telaşla bir yığın yanlış yapmamak bakımından en önemli olan, bir bütün olarak Avrupa'nın Türkiye için ne düşündüğüne tam ve doğru teşhis koyabilmektir. Bu ise ayrıca ele alınması gereken çok geniş bir konudur.
Paylaş