Paylaş
Yargıtay Birinci Başkanı Doç. Dr. Sami Selçuk'un ve Türkiye Barolar Birliği Başkanı Eralp Özgen'in dün adli yılı açış konuşmaları, Ankara'da yeni bir tartışmayı başlattı.
Devletin zirvesinin önündeki yargının iki önemli ismi, yıllardır arzulanan ‘‘hukuk reformunun’’ kaçınılmaz olduğunu dün ortaya koyuyordu.
Nitekim, salondan yargının iki önemli kurumunun başkanlarının sözlerine gelen alkış, icranın da aynı arzuyu dile getirdiğinin göstergesiydi.
Ancak, Yargıtay Başkanı ile Barolar Birliği Başkanı'nın hukuk reformunun yöntemi konusunda özde çeliştiği de bir gerçekti.
Nitekim, Yargıtay Birinci Başkanı Selçuk, kürsüde kısalttığı, ancak özüne dokunmadığı 55 sayfalık konuşmasında, ‘‘İkinci Cumhuriyet’’ arzusunu açıkça dile getiriyordu.
Yedi yıl önce merhum Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın tartışmaya açtığı konular, benzer bir şekilde Selçuk tarafından gündeme getiriliyordu.
Hatta İkinci Cumhuriyet'in en önemli savunucuları Mehmet Altan, Gülay Göktürk ve Ali Bayramoğlu da davetliler arasındaydı.
Anayasa'dan laikliğe, devlet yönetimine, yargıya kadar cumhuriyetin hemen her kurumunu eleştiren Selçuk, ‘‘yeniden yapılanma’’ istiyordu.
Selçuk, geçen yıl adli yılın açılışını yapan ve ‘‘Hákimler cüzdanla vicdan arasına sıkıştı’’ sözleriyle tartışma başlatan, selefi Mehmet Uygun'dan farklı bir yaklaşımda bulunuyordu.
Selçuk, daha çok devlet yapılanmasını eleştirirken, ağırlıklı olarak ‘‘laikliği’’ sorguluyordu. Nitekim 55 sayfalık konuşmasının 7 sayfasını ‘‘laiklik’’ ve laikçiliğe'' ayırmıştı.
Selçuk şöyle diyordu:
‘‘Türkiye Cumhuriyeti egemenliğin kaynağı açısından laik, devlet örgütlenmesi açısından teokratik, dini yönlendirme açısından laikçi bir devlettir...’’
Hatta bir adım daha ileri gidiyor, ‘‘laikliğin Türkiye'de ideolojik bir laikçiliğe dönüştüğünü’’ vurguluyor. Fransa'dan örnek vererek, ‘‘Çığırından çıkmış bir laiklik, kendi içinde 'kültürel bir kendini yıkma tohumunu' da taşır’’ diyordu.
Selçuk, laik devletin din okulları açamayacağını, Diyanet İşleri Başkanlığı'nın bir devlet bakanına bağlanamayacağını, ‘‘toplulukların din okulları açmasını da önleyemeyeceğini’’ vurguluyordu.
Açıkçası, daha iki yıl önce Refahyol dönemindeki tartışmaları, Yargıtay Başkanı olarak yeniden başlatıyordu.
Selçuk, 1982 Anayasası için ise ‘‘Hiçlikle (butlanla) sakat Anayasa’’ tanımını getiriyordu. Bu sözleriyle mevcut Anayasa'yı aslında ‘‘keenlem yekün-sanki hiç yok’’ olarak algıladığını belirtiyordu.
Yargının bağımsız olamayışını eleştiriyor, Türkiye'nin ‘‘Anayasalı bir devlet olduğunu, ancak anayasal devlet olamadığını’’ kaydediyordu.
Selçuk'un paragrafların arasına sıkışmış sözlerinin yorumu da açıktı. ‘‘Demokrasi cumhuriyeti öldürdü’’ sözünü, ‘‘Cumhuriyet demokrasiyi öldürdü’’ düşüncesine çevirmişti.
* * *
Konuşmasında tezlerini ortaya koyan, ancak antitezlerini aynı açıklıkla dile getirmeyen Selçuk'un sözleri, Yargıtay'ın kurumsal deklarasyonu sayılabilir mi?
Tören sonrası Yargıtay içinden gelen tepkilere bakıldığında verilecek yanıt, ‘‘Hayır...’’
Hatta, Yargıtay'ın birçok dairesinin tepkisini çekmiş.
Gelen tepkilerin odağı ise, Birinci Başkan'ın laiklikle ilgili sözleri.
Nitekim, Selçuk'un, sözlerini tamamladığında en çok alkışı, salonda bulunan FP'nin Lideri Recai Kutan'dan alması da dikkatlerden kaçmamış.
Hatta, diğer siyasi parti temsilcilerinin aksine, Selçuk'un öğle yemeğine bir tek Kutan'ın katılması da dikkat çekilen bir başka nokta.
Selçuk'un, 1500'lü yıllarda kiliseye karşı savaş vermiş Avrupa'daki bir bir ülkedeki laiklik arzusu, Türkiye'de hayata geçebilir mi?
Bunun yanıtı, kendisinin ardından kürsüye gelen Türkiye Barolar Birliği Başkanı Eralp Özgen'in konuşmasında yatıyor:
‘‘Ülkemizin laiklik temeline yönelik tehditler azalmamış, daha uzun vadeli çalışmalara dönüşmüştür...’’
Paylaş