GÜNEY Afrika'nın Johannesburg Kenti'nde dünya bir haftadır sürdürülebilir kalkınmanın nasıl sağlanacağı üzerinde kafa yoruyor.
Tartışmalar, Türkiye'de Çevre Bakanı Fevzi Aytekin'in eşi Güler Aytekin'i Johannesburg'a getirmesine gerekçe gösterdiği ‘‘çorap ve don yıkama’’nın ötesinde seyrediyor.
Temiz su, enerji, daha iyi tarım ve biyo çeşitliliğin nasıl sağlanacağı, yoksulluğun giderilmesi, su sıkıntısını azaltmak, dünya ticaretini daha adil kılmak üzerinde duruluyor.
Bir de küreselleşmenin azgelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin üzerindeki etkileri...
Aslında zirvenin ana konusu, bunların ötesinde ekonomiye kilitlenmiş durumda. Bir anlamda, ev sahibi Güney Afrika'daki paradoks, aslında zirvenin ana temasına da damgasını vurmuş durumda.
Dünyanın en kaliteli elmas ve pırlantalarını çıkaran, altın madeni zengini olan ülkede zengin ile fakir arasındaki uçurum şehir dolaşılırken göze çarpıyor.
Zengin semtlerindeki villaların duvarlarının etrafları dikenli tellerle örülmüş. Duvarın en üst bölümünü ise sıralı elektrikli güvenlik telleri tamamlıyor.
Şehir merkezinden 10 dakika ilerde ise evsiz, işsiz, açlık sınırında yaşamlarını devam ettirmeye çalışan binlerce Afrikalılar...
Sokakta ise aç, evsiz insanların sorunlarının çözülmesi için dengeli gelir dağılımı isteyenlerden, küreselleşme karşıtlarına, çevrecilere kadar onlarca örgütün katılımıyla düzenlenen yürüyüşler, gösteriler.
FAKİRİN ZENGİNİ
Aslında sokaktaki göstericisinden, zirveye katılan gelişmiş ve gelişmekte olan ülke temsilcilerine kadar herkes sürdürülebilir kalkınmadan yana olduğunu kayda geçiriyor. Sorun, bu kalkınmanın nasıl sağlanacağı.
Ancak BM Genel Sekreteri Kofi Annan'ın da vurguladığı gibi; Rio de Janeiro'da yapılan BM Yeryüzü Doruğu'nun devamı niteliğinde olan Johannesburg Doruğu'na kadar geçen 10 yıl sürede kalkınmanın nasıl sağlanacağına ilişkin alınan kararların hiçbiri uygulanmamış.
Bunun nedeni de yine aynı noktada kilitleniyor; azgelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin ekonomik mücadelesi. Azgelişmişler, gelişmiş ülkelere şu suçlamaları yöneltiyor:
‘‘Sürdürülebilir kalkınmayı sağlamamız için pazarlarınızı açmıyor, kotaları kaldırmıyor, kapılarınızı kapalı tutuyorsunuz...’’
Gelişmiş ülkelerin azgelişmişlere suçlaması ise ‘‘fakirin zengini’’ne dönük:
‘‘Sürdürülebilir kalkınmayı sağlamak için azgelişmiş ülkelere yaptığımız yardımların tutarı yüz milyar dolarlarla ifade edilebilecek düzeyde. Ancak bu yardımları azgelişmiş ülkelerin diktatörleri veya gelişmekte olan ülkelerin siyasileri ceplerine indirip kişisel amaçları için kullanıyorlar. Kalkınmayı engelliyorlar. Bunun için bu ülkelerde demokratikleşme ile ekonomik gelişmişlik birbirine paralel gitmeli...’’
TAHTEREVALLİ POLİTİKASI
Türkiye ise bu tartışmalarda bazen gelişmiş, bazen gelişmekte olan ülke pozisyonunda tahterevalli politikası izliyor.
Gelişmiş ülkeler, ekolojik denge deyip büyük baraj yapımına karşı çıktığı yerde azgelişmiş ülkelerle saf tutarken, gümrüklerin kaldırılması, kotaların tamamen yok edilmesine dönük yerlerde ise gelişmiş ülke pozisyonuna dönüyor.
Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'in temsil ettiği zirvede aslında Türkiye'nin ağırlıklı tarafı gelişmiş ülke yönünde oluyor.
Türkiye'nin küreselleşmeye yaklaşımı da iki yıl önce New York'taki ‘‘Bin Yıl Zirvesi’’nde Sezer'in ortaya koyduğu politikadan farklı değil: Küreselleşme, insanlık için yeni fırsatlar vaat etmekle birlikte, zengini daha zengin, yoksulu daha yoksul kılmamak için özen göstermeliyiz...