Paylaş
TBMM ve Başbakanlık koridorlarında, son dönemde en büyük yakınma bürokrasiden geliyor.
Adının yazılmasını istemeyen bakan, Meclis lokantasında yemek yerken yanındaki milletvekili arkadaşına şöyle yakınıyor:
‘‘Bürokrasi öyle bir noktaya geldi ki, hiçbiri imza koymak istemiyor. En küçük bir kararda dahi üstünün yazılı talimatını istiyor...’’
Nitekim, geçen hafta yapılan Bakanlar Kurulu toplantısında benzer bir yakınmada Devlet Bakanı Şükrü Sina Gürel'den geliyor.
Alüminyumun dünya fiyatlarının inişli çıkışlı olduğunu anımsatıyor.
Fiyatlar aşağı indiğinde, Seydişehir alüminyum tesislerinden çıkan ürünün fiyatını aşağı çekmeye bürokratın yanaşmadığını, bu karara imza koyamadığını vurguluyor.
Bu durumda stokların arttığını, üretimde yavaşlamaya gidildiğini, sonuçta maliyetin arttığını söylüyor.
* * *
Devletin en üst makamında bulunan bir bürokrat da dün benzer bir yakınmada bulunuyor.
Gerçekçiliğinden şüphe duyulması kaçınılmaz olan imzasız bir ihbar mektubuyla bile, müfettişlerin devreye sokulduğunu belirtiyor.
Ardından şöyle diyor:
‘‘Son operasyonların da etkisinden kaynaklansa gerek, ihbar mektupları o kadar fazlalaştı ki... Her konuda müfettiş soruşturmasıyla karşı karşıya kalan bir bürokrata ne kadar iş yaptırabilirsiniz? Sürekli teftiş geçiren, attığı her imzadan sonra savcının karşısına çıkıp çıkmayacağını düşünmek zorunda kalan bürokrat, tabii ki kendini sağlama almayı düşünür. Atacağı her imzadan önce yazılı emir bekler. Bu da işi yavaşlatır.’’
Son dönemde bazı bakanların, kendi görüşüne yakın kişilere kadro verme gayretiyle teftiş kurullarını ‘‘asılsız ihbar üretme merkezi’’ haline getirdiklerini vurguluyor.
Bazen ilgisi olmadığı bir konu hakkında bile, bir ihbar mektubundan dolayı bürokratların soruşturmaya yanıt vermek zorunda kaldığını söylüyor.
Sonuçta bürokrasinin tıkanmasının kaçınılmaz hale geldiğini belirtiyor.
Şu ilginç örneği veriyor:
‘‘Bugün ramazanın ilk günü. Eskiden oruç tutan bürokrat, işini bitirmek için iftarını masasında açardı. Şimdi, saat 16.00... Burada olduğu gibi; inanıyorum ki birçok kuruluşta, oruç tutan da tutmayan da, iftarı bahane edip bir an önce evine kaçmak istiyor.’’
Sözlerine, ‘‘Müfettiş devleti haline gelince, bu durum kaçınılmaz oluyor’’ diye son veriyor.
* * *
Başbakanlık Teftiş Kurulu Başkanı Osman Nuri Oduncu'ya dün bu durumu aktarıyoruz. Oduncu'nun yakınması da farklı olmuyor.
Memurin Muhakemat Yasası'nda düzenleme yapan 4483 sayılı yasayla gelen uygulamanın bu sonucu doğurduğunu söylüyor.
‘‘Kanun çıktıktan sonra herkes, herkes hakkında inceleme yaptırmaya başladı’’ diyor ve ekliyor:
‘‘Diyelim ki bir memur işine üç gün üst üste geç geldi ve bu da ihbar mektubuyla bildirildi. Hemen hakkında 4483'e göre işlem yaptırılıyor. Oysa Devlet Memurları Yasası uygulanıp disiplin cezası verilse yeterli olunacak. Ancak, yeni çıkan yasadan korkar olunduğu için diğer yöne gidiyor.’’
Teftişin üstadı olan Oduncu'nun şu sözleri daha dikkat çekiyor:
‘‘Yolsuzluk olaylarında işin ciddiyetinden çok magazin yönü öne çıkartıldı. Bazı sektörler vebalı gibi gösteriliyor. Kimse de o sektöre bulaşmak istemiyor. Yarın o sektörlerde çalışacak bürokrat bulamayacağız.’’
Sonuç olarak; bakanı da, üst düzey bürokratı da, teftiş kurullarının en tepesindeki kişi de bürokrasinin getirildiği noktadan yakınıyor.
Hepsi de risk almaktan korkar hale gelen bürokrasinin sistemi ne hale getireceğini bugünden görüyor.
Paylaş