Paylaş
Konakladığım tesislerde karşılaştığım tablo, konuştuğum yetkililer ve sokaklardaki izlenimlerim içimi öyle bir ferahlattı ki, sıcağı hissetmedim diyebilirim.
Çünkü Antalya ülke turizminin mihenk taşı gibidir, sezon iyi başladıysa, gelen turistlerin sayısı beklentilerin ve son birkaç yılın ortalamasının üstündeyse turizm iyi demektir.
Bir de kent mimari kaostan, hiçbir anlamı olmayan taklit yapılaşmadan kurtulabilse, büyükşehir ve ilçe belediyeleri şehir planlamasına önem verse her geçen yıl bir öncekinden daha da iyi olabilir.
Diğer yandan en son 7 yıl önce gördüğüm Side bambaşka bir ruha bürünmüştü. Umarım kaldığım Acanthus Cennet benzeri kaliteye önem veren tesislerin artmasıyla ucuz destinasyon algısından kurtulup binlerce yıllık geçmişini daha da ön plana çıkaracak, daha fazla mimari dil birliği kurgulayabilecek bir noktaya gelir. Binlerce yıllık geçmişiyle bir açık hava müzesi olan Side’nin hali beni 7 yıl önce çok üzmüştü.
Bu kez kendine çekidüzen vermiş, restorasyonlarla yıkımlarla yenilenmiş, yer altındaki kalıntıların ortaya çıkarılıp cam zemin yapılarak sergilendiği bir başka Side ile karşılaştım. Üstelik sokaklar da cıvıl cıvıldı. İnsanlar neşe içinde dolaşıyordu...
Sideli bir turizm sevdalısı
Barut Otelleri’ni özellikle de Side Acanthus Cennet’i anlatıp da kurucusu, Girit göçmeni bir ailenin oğlu olan Ali Barut’tan söz etmemek olmaz.
Tam bir girişimci olan Ali Bey meslek yaşamına terzilikle başlar, müteahhitlikle devam eder.
Ama asıl hayali doğup büyüdüğü Side’de deniz kıyısındaki 12 dönümlük aile arazisinde bir şeyler yapmaktadır.
Önce muz üretimi yapar ama başarılı olamaz, zaten aklı turizmde ve otelciliktedir.
1971’de yolu bile olmayan, denizden ulaşılan Athena Otel’i açar. Bahçesine Side’nin ilk palmiye ağaçlarını diker.
1974’teki Kıbrıs harekâtı sırasında bölgede de hassasiyet artmıştır. Otelin adını Cennet yapmaya karar verir. Bu yıllarda hem kendini hem de bölge turizmini geliştirecek yenilikler yapmaya başlar.
Daha o çocukken başlayan Antik Side kazılarının bölgenin cazibesini artıracağını, turist çekeceğini düşünür. Su sporlarını başlatır. Mini golf sahasını da ilk o kurar.
Bu arada otelcilik serüveninde en büyük destekçileri olan Haydar, Ahmet ve Levent ismini verdikleri üç oğlu olur. Yıllar içinde zincirin halkaları büyür.
Side’de Cennet Otel’in yanındaki Sırma Sitesi’nde oturan dönemin ünlü bürokratı Turgut Özal’la dostlukları da bu dönemde başlar. Antalya turizmine büyük katkısı olan Özal sayesinde Side’ye yol yapılır, otele otomatik telefon bağlanır.
Ali Bey, Side’nin ağaçlandırılmasına, çevre düzenlemesi yapılmasına öncülük eder. 80 yaşına geldiğinde de tüm otellerinin yönetimini oğullarına bırakır, tüm vaktini işinin en sevdiği yanlarından olan seyahatlere ve spora ayırır.
Her şey dahil ama nasıl?
Antalya’da gelişen kitle turizmine yönelik tesislerde uygulanan ‘her şey dahil’ konseptinin kaliteyi düşürdüğüne, israfa yol açtığına yönelik yazılarımın sayısı hiç az değil. Hâlâ da bu düşüncemden vazgeçmiş değilim. Ancak lezzet-kalite çıtasını en üst düzeye taşımış, israfı ince hesaplarla en aza indirgemiş Antalya’da Lara Barut Collection ve Side’de Acanthus Cennet gibi öncü yerleri görünce de mutlu oluyorum.
İlklerle ve öncülerle bir arada
Hafta sonunda Lara Barut Collection’da Winemaker’s Dinner başlıklı özgün ve gastronomik çıtası yüksek iki akşam yemeğine katıldım.
Türkiye’nin önde gelen yeme-içme kültürü yazarlarından Mehmet Yalçın’ın düzenlediği, sektörün öncülerinden Ahmet Barut’un ev sahipliği yaptığı akşam yemeğinin konuşmacısı ise Türkiye’nin ilk şarap üreticilerinden, 96 yılı geride bırakan Doluca’nın üçüncü kuşağı Sibel Kutman Oral’dı.
Geçen haftaki yazımda söz ettiğim gibi Türkiye’nin cazibe merkezi bir destinasyon olması için gastronomisinin de gücünü göstermesi, sahip olduğu zenginliği iyi anlatması, tanıtması gerekiyor.
Kutman tam da bunu yaptı. İlk gece yerli, ikinci gece yabancı konuklarına ödüllü şaraplarını, Türkiye’nin yerli ve yabancı kökenli üzüm çeşitlerini tanıttı.
Otelin genel şefi Özkan Usta ve Secret Grill Alakart restoranın şefi Kutlay Çelik’in yaptığı fırınlanmış oğlak, organik tavuk göğsü füme, baharatlı kaburga filetosu gibi bölgenin mutfak geleneğini de yansıtan mükemmel yemeklerle eşleşme gerçekleştirildi.
Yeni bir restoran: Alma
Side’de kısa bir süre önce açılan Alma Restoran sadece bölgenin değil, Türkiye’nin en iyi restoranlarından biri olmaya aday. Projenin ardında Side’de Azumare ve Karma adlı iki restoranı daha olan Mahmut Gökkaya var. Side’nin tarihi dokusuna uygun inşa edilmiş her detayın düşünüldüğü yalın dekorasyonu, açık mutfağı, güçlü şarap kavı çok etkileyici.
Gökkaya, bölgeye bugüne dek sadece tarihi, denizi, kumu için gelen turistlerin zengin mutfak kültürünü anlamasını sağlamak amacıyla gastronomik değerlerini yansıtan bir konsept yaratmaya çalıştıklarını söylüyor.
Yörenin balıkçıları her sabah taze tuttukları deniz ürünlerini getiriyor, sebzeler, otlar meyveler köy pazarlarından alınıyor.
İspanyolcada “ruh” anlamına gelen, topraktan sofraya felsefesiyle kurgulanan yemeklerin açık ateşte piştiği Alma’nın mutfağı genç ve yetenekli şef Mert Yalçıner’e teslim edilmiş.
Mert Şef gastronomi eğitiminin ardından Çırağan Laledan, Bodrum Miam’da çalıştıktan sonra yolu önce Maça Kızı’nın efsane şefi Aret Sahakyan ile kesişmiş, derken İstanbul’a gelip Mürver’de ve Loft Elia’da 5 yıl kadar Yılmaz Öztürk’le birlikte çalışmış.
Bu deneyimler tabii ki şimdi Alma’nın mutfağına yansıyor. Mutfak ekibi de her biri gastronomi eğitimi almış gençlerden oluşuyor. Cinsiyet eşitliğine de önem verilmesi özellikle hoşuma gitti.
Menüden deneyimlediğim Tuna tarama, kalamar pesto, balık turşu, ahtapot ızgara, deniz ürünlü yahni gibi orman meyveli muhallebi gibi gelenekselin yaratıcılıkla harmanlandığı çeşitlerin her biri çok lezzetliydi.
Son dönemde yükselen trend; balıklara da dry age yöntemini uygulamak. Altında ızgara sebzeleriyle dry levrek hem teknik hem tat olarak başarılıydı ama ben bu konuda biraz tutucuyum, balıkların denizden çıktığı gibi taze taze ve en az dokunuşla sunulmasından yanayım.
Paylaş