Paylaş
Ama enerjinin kaynağında tabii ki konseptin yaratıcısı şef Umut Karakuş var. Karakuş, tam bir uzun yol koşucusu. Doğru bildiği yolda kim ne derse desin kararlılıkla ilerledi. Ve şimdi ortağı Cem Karakuş’la birlikte hayallerini gerçekleştiriyor.
Umut Karakuş’la beş yıl kadar önce Fairmont Otel’inde şefliğini üstlendiği Aila Restoran’da buluşmuştuk. O dönemde restoranın girişindeki Baharat Kütüphanesi kurmuş ve Anadolu’nun dört bir tarafından geleneksel mezelerimizi yaratıcı bir biçimde yorumlamaya başlamıştı.
Sonra bir yıl kadar Londra’da çalıştı. 2019’da da Moda’da Fincede ‘göç’ anlamına gelen, sokak yemekleri, dürüm ve meze ağırlıklı Muutto Street Food adlı kendi restoranını açtı. Ardından Avrupa yakasında ve Helsinki’de birer şube daha geldi.
Muutto Anatolian Tapas Bar’ın tarzı diğerlerinden farklı. Sokak yemekleri, mezeler, atıştırmalıklar ve geleneksel mutfağımızdan tatlar sade lüks diyebileceğimiz bir anlayışla sunuluyor.
Defne Samman imzalı tabaklar, yeşil damarlı mermer masalar gibi her detay incelikle düşünülmüş.
Menüde soğuklar, tapaslar, hamur işleri ve sıcaklar başlıkları altında toplanan yemeklerse paylaşmaya uygun tasarlanmış.
Taze otlar, baharatlar, baklagiller, et ve deniz ürünlerinin uyumla harmanlandığı artık birer Umut Karakuş klasiği olan, nazuktan, çerkes pate, fırında kabak, isli füme et gibi ekmek üstü atıştırmalıklar, otlu pide ve içli köfte lezzetleri kadar tablo gibi sunumlarıyla da göz dolduruyor.
Klasikleşmiş tatlısı armutlu muhallebi yine çok iyi ama menüye yeni giren ekmek kadayıf yorumu benim unutulmaz tatlılarım arasına girdi. Fiyat kalite dengesi ve menüde sadece yerli şaraplara yer verilmiş olması da övgüye değer.
Sadece adına daha doğrusu Anatolian tapas bar benzetmesine itirazım var, bu bana lahmacuna ‘Turkish pizza’ demek gibi geliyor. Fakat o da kendi açısından haklı: “Meze bar deseydim meyhane konsepti gibi algılanırdı, bizde rakı servisi bile yok” diyor.
Bu arada Fişekhane şubesi de önümüzdeki günlerde açılıyormuş.
Umut Şef’in yaratıcılığının bir diğer ürünü ‘acılı ayran’ ve yeni yurt dışı şubeler hakkındaki güzel haberler de yakında geliyor...
Gastronomi yolculuğu devam ediyor
Türkiye mutfağının, restoran kültürümüzün dünyada bilinirliğinin, hatta şeflik mesleğine talebin artmasına etkisi büyük olan isimler arasında Mehmet Gürs’ün yeri ayrıdır.
O, işletmecilik anlayışı, malzemeye bakışıyla da her zaman öncü oldu.
Kurucusu olduğu Mikla, dünyanın en iyi restoranları listesine girdi.
Gürs son dönemde mutfaktan çıksa da yeme-içme sektörüne, Türkiye mutfağının dünyada tanıtılmasına katkılarını farklı biçimlerde sürdürüyor. Danışmanlık yapıyor, çeşitli ülkelerdeki projelerde yer alıyor.
Geçtimiz yıl yeme-içme yazarı ve danışmanı Cemre Torun’la birlikte yeni bir yolculuğa çıkarak yıllardır yemek konusunda yaptıkları araştırma yöntemleriyle, her yıl kendini geliştiren bir rakı yapmak üzere yola koyulmuşlardı.
En önemli yerli üzüm cinslerimizden Öküzgözü’nü kullanmışlardı.
Bu yıl ise Öküzgözü ve geç hasat Sultaniye’yi harmanlamışlar.
33 gün meşe fıçılarda ardından da çelik tanklarda dinlendirmişler.
Ve bir adım daha ileriye giderek anasonu da tek bir yerden, Tefenni Bayramlar köyünden temin etmişler.
Ve ortaya rakı kültürüne katkı yapacak yeni bir ürün çıkmış.
Gastronomi kültürümüzün gelişmesi, Türk Mutfağı’nın dünya sıralamalarında hak ettiği yere gelmesi, turizm gelirlerinin artması için bize has, sınırlı sayıda üretilen artisan içeceklerimizin olmasında da büyük yarar var...
Bursa’ya dair
Bursa’ya son 10 gün içinde iki kez gitme fırsatım oldu. İlki Hürriyet Gazetesi’nin artık klasikleşen buluşması Hürriyet’le Keşfet idi.
İncili Gastronomi Rehberi projesi için son üç yıldır sık sık Bursa’yı ziyaret ederim ama bu kez, odak noktamız restoranlar değildi.
Zindankapı, Irgandı Köprüsü, Tofaş Anadolu Arabaları Müzesi, Hünkâr Köşkü Müzesi, Umurbey İpek Üretim ve Tasarım Merkezi gibi bugüne dek görmediğim yerlere gitme fırsatı buldum.
Ancak en çok etkilendiğim yerlerden biri 8500 yıl öncesine ışınlanmış duygusu veren, Avrupa’nın en büyük tarih öncesi parkı denilen Aktopraklık Höyük Arkeopark ve Açık Hava Müzesi oldu. Çok başarılı bir canlandırma yapılmış.
Ama insan Eskikızılelma köyünden sökülerek proje alanına yeniden inşa edilen köyün düzeni evlerin estetiğine, fonksiyonelliğine bakıp bugünle karşılaştırdığında üzülmeden de edemiyor...
İkinci gidişim ise gastronomi turizmine yıllarını veren isim Hande Arslanalp’in düzenlediği kentin ilk Gastronomi Festivali ‘Bursa GastroFest’ içindi.
‘Gelenekten Geleceğe’ temasını işleyen festival sırasında birbirinden değerli iş insanlarıyla tanıştım, şehrin ve bölgenin potansiyeline tanık oldum.
Sanıyorum artık sıra Bursa’nın tarihi ve doğal güzelliklerinin yanı sıra gastronomisiyle de atak yaparak cazibe merkezi bir turizm kenti olmasına geldi. Umarım bu fırsatı değerlendirir, şeflerle iş birliği yapar binlerce yıllık geçmişi olan mutfak kültürlerini yansıtacak bir alt yapı kurar, İskender mi, döner kebap mı kısır döngüsünden, çatışmalarından
kurtulurlar...
Paylaş