Levent Kırca’nın "Kayıkçının Küreği" filmini delil olarak gösterip Ali Poyrazoğlu’nun pornocu olmakla suçlamasıyla başlayan polemik gündemden düşmek bilmiyor.
Poyrazoğlu, "Ben pornografik filmlerde oynamadım. İçinde cüretkár sevişme sahneleri olan komedi filmleriydi onlar" diyor. Kırca ise iddiasında hálá ısrarlı. Ben bu filmi izlemedim ama izleyen abilerim var, onlara sordum. Çoğu "Bu film TV’de oynasa ya zap yaparım ya da ti’ye almak için izlerim..." diyor.
Peki Kırca, Poyrazoğlu’nun pornocu olduğu iddiasında niye bu kadar ısrarlı. Acaba başka bir film mi izledi? Belki de "Kayıkçının Küreği" filminin ’parça’ konulmuş versiyonunu izlemiş olabilir ki, çok doğal o yıllarda çekilen birçok filmin ’parçalı’ versiyonu mevcut.
Yeşilçam’ın en büyük icadı ’parça koyma’ metodunu bilmeyenler olabilir, hemen özetleyeyim: 70’li yıllarda çıplaklığın öne çıktığı komedi filmlerinin arasına yabancı pornolardan sahnelerin konulmasına ’parça koyma’ denirdi. O dönemin pornoya hasret yurdum insanı, sırf o 10 dakikalık ’parçaları’ izlemek için sinema salonlarını ağzına kadar doldurur ve o sahneleri izledikten sonra olay mahallini anında terk ederdi. Aslında bugün Ali Poyrazoğlu’nun haksız yere yaşadığı sıkıntılı günlerin ’parça koyma’ metodu yüzünden daha kötüsünü yaşayan oyuncular var. ’Parça koyma’ olayının belki de en hazin örneği Metin Erksan’ın yönettiği 1963 yapımı "Susuz Yaz" filminde yaşandı. "Susuz Yaz" sansüre takılınca filmin yapımcılarından biri olan Ulvi Doğan, yapıtın negatiflerini yurtdışına kaçırıp, Berlin Film Festivali’ne katıldı. Ve "Susuz Yaz", "Altın Ayı"yı kazandı. Ancak bazıları Ulvi Doğan’a "Bu sanat filmi, yurtdışındaki Türkler izlemez, gel bunun pornosunu yapalım" der. Doğan da "Susuz Yaz"ın arasına parça koyar, hem de yabancı film parçası değil Hülya Koçyiğit’e çok benzeyen bir kadını bulup bizzat kendi çektiği sahneleri... Ve bir başyapıtı pornoya çevirip "Kardeşimin Karısını Sevdim" adıyla yurtdışında gösterime sokar.
n "Telegol bir yaşam biçimidir."
(Futbol programlarının stand-up’çı yorumcusu Adnan Aybaba, görev aldığı programın misyonunu anlatırken...)
n "Kendimi kamera karşısında tam bir dişi kurt gibi hissediyorum..."
(Nefise Karatay, rol aldığı "Kurtlar Vadisi" dizisindeki ruh halini özetlerken...)
n "Şu görüntüde olan birini ömrüm boyunca karısız kalsam almam. Erkeğin gavuru da Müslümanı da olsa bir onuru var. Helin’e kızdım şimdi arayacağım..."
(Medyum Memiş, Helin Avşar’ın Yunanistan macerasından çıkardığı ana fikri paylaşırken...)
n "Futbolcu yaşlandıkça saha büyüyor..."
(Gökmen Özdenak, F1 pilotlarıyla oynadığı özel gösteri maçında nasıl nefesinin kesildiğini anlatırken...)
n "Mithat beni kamuya kapalı bir alanda, arkadaşımın mekánında öptü."
(İlhem Khodja, kendisini poposundan öperken görüntülenen sevgilisi Mithat Can’ı savunurken...)
Rusları pastaneye bile almıyorlar
Gaziantep’te Rus asıllı çocuk doktoru ve aynı zamanda bir işkadını olan N.A., bir misafiriyle gittiği Türkiye çapında ünlü bir pastanede garsonun "Size servis yapamayız, burayı terk edin" sözleriyle birlikte mekándan çıkarıldı. Ve N.A, kendini şöyle savundu: "Üzerimde bir gömlek altta kot pantolon vardı. Hiçbir olumsuz hareketimizde olmadı."
Aslında N.A.’nın hiç de kendisini savunmasına gerek yokmuş. Sırf bir Rus kadını olduğu için mekándan kovulmuş. Anlaşılan İstanbul’un bazı gece kulüplerinde başlatılan Rus vatandaşı kadınları içeri almama uygulaması, Anadolu’daki pastanelerde de ilgi gördü.
Şimdi kime inanacağız
98 yaşındaki eski MİT ajanı Neşet Güriş, "Aziz Nesin’e maaşını bizzat ben götürüyordum. Ne iş yaptı bilmem. Ama bir şeyler yaptı ki, MİT para veriyordu..." diyerek ortaya büyük bir iddia attı. Bu açıklamaya en ilginç yanıt ise Aziz Nesin’in oğlu Ali Nesin’den geldi: "Aziz Nesin ’uzaylı’ deseler daha inandırıcı olur." Peki, şimdi biz kime inanacağız? 98 yaşındaki Güriş’in hafızasına mı, yoksa Nesin’in içeride yatmasına ve yakılmaya çalışılmasına neden olan eserlerine mi?