EURO 2008’de A Milliler, bizlere tarifi imkansız bir mutluluk yaşatmakla kalmadı, futbolun ne kadar muhteşem bir oyun olduğunu da tüm dünyaya tekrar hatırlattı.
Peki sahadaki bu muhteşem futbol keyfi kelimelere nasıl döküldü?
Türk spor basını, Fatih Terim’i eleştirmekteki başarısını maçlara dair yorumlarda ve attığı başlıklarda da gösterebildi mi?
Bu sorulara en güzel yanıtı, Türkiye’nin mucizevi galibiyetlerinin yabancı basındaki yansımalarında bulabiliriz.
Guardian, Hırvatistan maçından sonra "Sahada kalan son bir bardak su için kapışan iki takım vardı. Türklerin rakibine bahis oynamayın" diyordu. Sport, aynı maçtan ’Hitchock’vari bir gerilim’ diye söz ediyordu. The Times ise A Millileri, mistik bir amaç için çalışan bir doğa olayına benzetiyordu. The Daily Telegraph, son dakikada gelen goller için "Otomobil kazası gibi bir futboldu, her şey inanılmaz bir hızda gelişti" yorumunu yapıyordu.
Spor basınımız belki de tarihinin en kalabalık gazeteci ordusuyla turnuvayı takip etti, son dakika gelişmeleri ve maçlara dair en ince ayrıntıları eksiksiz yansıttı. Ancak iş kalem oynatmaya, futbolun keyfini parlak zeka ürünü yorumlarla yansıtmaya gelince yabancı meslektaşlarının çok gerisinde kaldı.
Türkiye’de yıllardır Fatih Terim’i konuşuyoruz ama kimse çıkıp da onu "Baba" filmindeki Don Corleone’ye benzetmedi. Terim’e dair en etkileyici yazı, Rıdvan Dilmen’den ya da Erman Toroğlu’ndan değil bir genel yayın yönetmeninden, Ertuğrul Özkök’ten geldi.
Yeşil sahalardan ekrana transfer olan hiçbir futbol yorumcumuz, Kezman’ın "Bence dünyanın en iyi jokeri Semih Şentürk. Bir meyveli pasta düşünün; Semih o pastanın en tatlı, en güzel yeri. Üzerindeki çilek gibi" nefis yorumunun bir benzerini dile getiremedi.
İşin daha acıklı tarafı, esprileri bile yanlış anladık. İsviçre’nin bulvar gazetesi Blick’in kara mizah ürünü kebaplı kapağını aşağılama olarak algıladık, ’Ç...(ikolata) Çocukları’ başlığını atan bir spor gazetesi bile çıktı. Oysa kebap, Uğur Vardan’ın nefis yazısında da değindiği gibi Türkiye denince akla gelen ilk şeydi. Madem kebaptan bu kadar alınıyorduk, niye Almanya Başbakanı Merkel’e döner kestirdik?
EURO 2008’deki bu nefis futboldan sonra umarım milliyetçi popülist yaklaşımlardan uzaklaşırız. Umarım Avrupalıların 8. harika olarak bahsettiği nefis futbolumuzun güzelliklerini anlatan yeni İslam Çupi’ler çıkar.
Yok mu bana sarılan
Bilmem dikkatinizi çekti mi, Türkiye-Almanya maçında Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, gol sevinçlerinde şöyle tutup kucaklayacağı, mutluluğuna ortak olacağı birisini bulamadı...
Solunda UEFA Başkanı Michel Platini, sağında Federasyon Başkanı Hasan Doğan vardı. Gül, ilk golde ’oley çekip’, yumruğunu havaya kaldırdıktan sonra tam Hasan Doğan’ı kucaklayacaktı ki, Hasan Bey çoktan eşiyle sarmaş dolaş olmuştu. Bu, futbolun herkesi eşitlediğini gösteren çok komik bir sahneydi. Gül’ün havaya kalkan elleri, öksüz kalmış, eşiyle omuz omuza vermiş zıplayan Hasan Bey’in sırtında eriyip gitmişti.
İlginçtir, ikinci golde de aynı sahne yaşandı. Hasan Bey yine kendinden geçmişti, alan müsait olsa eşiyle timsah yürüyüşü yapacaktı! Cumhurbaşkanımız yine koskoca tribünde yalnız kalmıştı. Bence, Cumhurbaşkanımız bundan sonraki maçlara eşiyle gitse iyi olur. En azından Almanya maçındaki gibi bir yabancılaşma yaşamaz.
Bu arada Federasyon Başkanımız amma gamsızmış. İnsan Cumhurbaşkanına sarılmaz mı? Hasan Bey ve eşi belli ki büyük bir aşk yaşıyorlar. Galiba ortak tutkuları da futbol. Tez bu çiftle röportaj yapıla...
Gemiyi yine ilk Okan terk etti
Okan Bayülgen, Milliyet’ten Ali Eyüboğlu’na verdiği röportajda, "Gülben Ergen’le Sürpriz" programı için şu yorumu yaptı: "Bütün programda ben Gülben’in tek başına dört kol çengi olmasını planladım. Gülben dans edecek, şarkı söyleyecek, düet yapacak, konuklarla oyunlar oynayacak falan... Belki de Gülben ’Talk show tarafımı güçlendireyim, programdaki oyunları iyi oynatayım, ondan sonra diğer işlere geçeyim’ diye düşünüyor."
Vakti zamanında bu sütunda "Okan’ın yapımcılıkta şansı tutmuyor. En ufak başarısızlıkta suçu sunucusuna atıyor, aman Gülben dikkat" demiştik. Dediğimiz çıktı!
Okan hep aynı hatayı yapıyor. Yapımcısı olduğu "Hacı Yatmaz" macerasının sonunda da Ata Demirer için "Ata baştan itibaren konuk ağırlamak istemiyordu. Bunun stresine girdiği için devam etmek istemedi ve kaçtı" demişti.
Yapımcı, gemiyi en son terk eden kaptandır, takımı hezimete uğradığında "Tüm hata bende" demelidir. Bir programda elde edilen başarı tüm ekibin, başarısızlık ise yapımcınındır. Okan bu televizyonculuk kuralını bilmiyor mu? Tabii ki, biliyor. Galiba sorun egolarda.