Star gazetesi köşe yazarı Ahmet Kekeç, "Mustafa" belgeselini izleme zahmeti bile göstermeden "Muhtemelen Can bize ’insan Atatürk’ü anlatmıştır.
Fakat bu filme de ’ikon’ muamelesi yapmayın lütfen. Durduk yerde yeni bir ’Şu Çılgın Türkler’ fetişizmi yaratmayın. Hele, ilk ve ortaokul öğrencilerini sinema salonlarını ’ziyarete memur’ etmeyin" diyor.
Çünkü korkuyor!
CHP Başkanı Deniz Baykal, "Atatürk, yalnız ve umutsuz, kadınlara zaafı olan, günde bir büyük rakı içen, yaptıklarından pişman biri olarak gösterilmiş. Bunlar gerçek değil. Atatürk’ün diktatör eğilimi de yoktu. Belgeselde, Türkiye’nin başta Ergenekon olmak üzere yaşadığı 2008 sürecinin yansıması olan Can Dündar yaklaşımı var" diyor.
Çünkü seri üretim bir ulusalcı olduğu için ezberi bozuluyor.
Radikal yazarı Perihan Mağden de belgeseli izlemeden "MİT Görevlisi Evladı Can Dündar’ın Mustafa’sı" diyor.
Çünkü üretmeyi değil, sadece çamur atmayı biliyor.
Akşam köşe yazarı Ali Saydam, "Tarlada karga kovalamaktan, 10’uncu Yıl Nutku’na kadar her şey ’Emin Oktay’ın lise 3 tarih kitabına uygundu" diyor.
Çünkü izlediğini bile anlayamıyor.
Cumhuriyet gazetesinin kültür sayfasında sadece "Mustafa belgeseli tartışılıyor" başlıklı küçük bir habere yer veriliyor.
Çünkü o da seri üretim ulusalcı. Anlı şanlı Kemalist köşe yazarları bile tek kelime yazmıyor, çünkü Atatürk’ün not defterinden çıkan bilgiler onların da algısını bozuyor. "Atam böyle bir şey söylemiş olamaz" sendromu yaşıyorlar.
Her yer Mustafa ile çalkalanırken, belgeseli es geçen Sabah gazetesi, Issız Adam filminin haberini yapıyor.
Çünkü Mustafa’da Ergenekon skandalı geçmiyor.
Akşam Genel Yayın Yönetmeni Serdar Turgut da filmi izlemeden "...Binlerce insana iş alanı açan, Türkiye’yi dünyada en iyi şekilde temsil eden... Sadece lafta değil gerçekten yurtsever olan bir şirketi, sponsorluk meselesi nedeniyle karalayacaksınız öyle mi? İşte bunu kimse yemez. Arada üzülen minilomanımız (Can Dündar) olsa bile işte bu masalı kimseye yediremezsiniz" diyor.
Çünkü patronunun GSM operatörünü savunmak zorunda.
Mustafa belgeselinden bir sahne:
Atatürk yıllar sonra İstanbul’a dönmektedir. Yanındaki Hamdullah Suphi, karşılamaya gelen halka bakarak "Kim bilir ne kadar heyecanlısınız" diyor... Atatürk de: "Bu halk bağrına basmayı bildiği gibi yeri geldiğinde linç etmesini de bilir" diyor.
Ne de güzel çözmüşsün bizi Atam. Biz bıraktığın gibiyiz. Sana dair yapılmış en cesur, en kapsamlı belgeselde bile birbirimizi yiyoruz, moleküllere bölünüyoruz, korkuyoruz.
Unutkanlığın böylesi!
Nesli Çölgeçen, Kurtuluş Savaşı gazileri Ömer Küyük, Veysel Turan, Yakup Satar ile yaptığı söyleşilerle kotardığı "Son Buluşma" belgeseliyle ilgili Mirror dergisine verdiği röportajda; "Üzerinde yıllardır düşünüyordum. 2003-2004 yıllarına geldiğimizde tamam artık bunun zamanı geldi, filme başlayayım diye düşündüm... Özellikle de böyle bir tarihsel konuyu seçtiyseniz ilk yapmanız gereken şey araştırmadır. Araştırma yapmaya başladığım zaman Kurtuluş Savaşı gazilerinin çok azının hayatta kaldığını gördüm" demiş...
Sayın Nesli Çölgeçen araştırma yapmanıza hiç gerek yoktu ki...
Siz araştırmaya başlamadan önce 29 Ekim 2003 tarihinde Hürriyet’in verdiği "80’inci Yıl" özel ekinde yayınlanan, Ersin Kalkan’ın hayatta kalan son yedi Kurtuluş Savaşı gazisiyle yaptığı röportajını ya da bu röportajın "Son Kahramanlar" adlı kitabını okusaydınız kafiydi.
Belki de Nesli Bey araştırma derken röportajı okumayı kastediyordu.
Nesli Bey hiç olmazsa belgeselin basın bülteninde Ersin Kalkan’ın ismini zikretseydiniz. Merak etmeyin Ersin Kalkan böyle gönül işlerinde telif istemez, hatta bilakis yardımcı olur.