"Artık bu iş bitti.. Ne yazık ki, Ankaragücü bu sezon yolcu.." demeye başlıyorduk ki, bir sihirli değnek değdi sarı lacivertlilere..
Sezon başında el sıkıştığı yöneticilere "Adios amigos" diyerek kulübü terk eden teknik direktör Hikmet Karaman, birkaç hafta sonra "Willkommen" diyerek döndü ve herşey toz pembe oldu..
Nasıl olmuştu da, "sahada sağlıklı yaşam yürüyüşü yapan, rakibi yanından geçerken ona saygısından dokunmayan, kibarlıktan gelene geçene puan ikram eden, yayın balığı gibi ligin dibine yatıp kalan" bir takım; savaşan, kazanmak için canını dişine takan, terinin son damlasına kadar herşeyini ortaya koyan bir oyuncular topluluğu haline gelmişti..
Hikmet Karaman, önce futbolcularının içindeki "yüreği" keşfetmelerini sağlamış, ardından "bilek gücü" ile kazanılacağını öğretmişti..
Son derece profesyonelce, psikolojik bir organizasyondu Karaman’ın yaptığı..
Mesela, Çaykur Rize kupa galibiyeti sonrası, "Hikmet Karaman.." diye bağıran tribünlerin önüne gidip teşekkür ediyor ve diyordu ki:
"Arkadaşlar böyle değil, -İyi gününde, kötü gününde hep beraberiz.. Çünkü biz Ankaragüçlüyüz- diye bağırın.. Bu, daha anlamlı"
Ve de ekliyordu:
"Bu diriliş, benim, sizin, futbolcuların kısacası hepimizin eseri.. Bunu asla aklınızdan çıkarmayın"
Herkesin, herşeyi kendine yonttuğu; nalıncı keserlerinin en muteber alet olarak algılandığı bir ülkede, nostalji olarak algınalabilecek ilginç cümlelerdi bunlar..
Başkanı ve yönetimine öfkesi, sel olan tribünlerin sevgi ve saygısını bu nedenle kazanıyordu Karaman..
Yani geçen sezon yaşanan kabusu.. Bir başka tanımla Çin gezisini yarıda kesip, apar topar Ankara’ya dönmesini sağlayan günlerin ana gerekçesini..
Elbette futbol zor iştir.. Ne devlet yönetmeye benzer ne de belediye idaresine..
"Yetenekli ama huyu suyu alışılagelmişin dışında insanlarla çalışmak" demektir futbol..
Teknik adamı, futbolcusu, menajeri, ne sokaktaki vatandaşa, ne imar müdürüne ne de zabıta amirine benzer..
İnsan, hayatta çok şey öğreniyor.. Yaşadıkça da öğrenmeye devam ediyor..
Bu yaşadıkları, Melih Gökçek’i şaşırtıyor olabilir..
Ama onun yaşadığı olağan şeyler de birilerini şaşırtıyor..
Onun için olağan olan yol inşaatları, bazı insanları canından bezdiriyor..
Örneğin, son günlerde burnumuzun dibindeki şu alt geçit çalışması nedeniyle gürültüye dayanıklılık sınırlarımızı test ediyoruz.. Her yağmur sonrası, çamura ne kadar dayanacağımızı da..
Herkes isyan halinde.. Sadece bizler değil, tüm Cinnah sakinleri..
Diyorlar ki, "Sayın Belediye Başkanımız gelip bir gününü buralarda geçirse de Cinnah’ta insanın kafasının gürültüye nasıl dayandığını bir test etse.."
Ben vazgeçtim bir günden.. Birkaç saat dayansa yeter..
Yaşanası Beypazarı
SERT, hırçın futbol seyircisinden tanırdım Beypazarı’nı..
1991 yılındaki ilk Ankara İlave döneminde çokca olay haberi gelirdi oralardan.. "Beypazarıspor maçında yine olay çıktı.." türünden..
Bir bayram sabahı, Beypazarı’nı görmeye karar verdim..
Herkes öve öve bitiremiyordu eski Beypazarı’nı..
Gittim gördüm ki, hakikaten görülesi bir yermiş.. Burnumuzun ucundaki böylesine bir güzelliği, bu kadar zaman sonra farkettiğime pişman oldum.. İnsanı sıcak, güler yüzlü, cana yakın..
Binaları muhteşem.. Öylesine güzel bir restorasyon çalışması yapılmış ki tarihi, konakların içine girip doyasıya yaşıyorsunuz..
Cadde ve sokaklarında yerel ürünlerin satıldığı tezgahlar alabildiğince ucuz ve kaliteli ürünlerle dolu..
Hanımların gözdesi gümüş işlemeciliği, sanatta zirve yapmış..
Beş saat kaldım, beş dakika gibi geldi..
Bir kent, yeni baştan kurulmuş.. Eski kent yaşamı, yeniden hayata geçirilmiş.. Yerel değerlere özen gösteren, herkese kazanç sağlayan, zekice bir turizm ve ticaret organizasyona tanık oluyorsunuz Beypazarı İlçesi’nde..
Öylesine büyüleyici ki, gitmek istemiyorsunuz..
Türkiye Sevdalıları için, Ankara’nın tam ortasında şahane bir Anadolu İlçesi..
ZAMAN zaman insanlar, doğru yaptığına inandığı işlerden şüphe duyar..
Mesela gözünüzle gördüğünüz, bizzat tanık olup yaşadığınız bir olayı, birileri tam tersinden anlatır siz de "ben rüya gördüm herhalde" gibi bir kaygı duyarsınız..
Geçtiğimiz hafta sonu Ankara’da Gençlerbirliği-Trabzonspor maçı vardı..
Başkent ekibi açısından, çok keyifli bir maçtı.. Her ne kadar son dakikalarında Mesut Bakkal ile medyatik kaleci antrenörü Fikret Yılmaz arasındaki tartışma, bir ayrılığa neden olsa da 3-0 galibiyet iyiydi Gençlerbirliği için..
Bu karşılaşmanın 20. dakikasında Draman’ın Trabzonsporlu Hüseyin’in sırtına kasıtlı basmasına ilişkin tartışma, 19 Mayıs’ın basın tribününde de yapıldı.. Hakemin bu pozisyonu, görmediği veya görmezden geldiği; atladığı bu olay sonrası tüm takdir haklarını, Trabzon lehine kullandığı da..
Ertesi gün gördüm ki, benim dışımda kimse olayı, "kayda değer" bulmamıştı..
Marcelinho’nun öfkesini, formasından çıkarması daha ciddiye alınmıştı..
Elbette bakış açısıydı, farklı olan.. Ancak gerek statda, gerekse televizyonlarının başında bir çok insanın ciddiye aldığı bir pozisyona hem gazete sütunları hem de hakem otoritelerinin yorum yaptığı ekranlarda kayıtsız kalınmasına bir türlü anlam veremedim..
Ya biz fazla dikkatli baktık ya da dikkate değmez bir olayı, fazla ciddiye aldık..
Aynı hareket, Fenerbahçeli Alex veya Galatasaraylı Hakan Şükür’e yapılsa, resmen olay olurdu..