YAŞANANLARIN hepsi yanlıştı.. Ankaragüçlülerin polise taş atması da.. Beşiktaşlıların koltukları kırıp, sağa sola fırlatması da..
Polisin, evine giden insanları, yok yere coplaması da..
Ve en sonunda bazı meslektaşlarımın yazdıkları da..
Sadece karşılıklı sloganlarla bitebilirdi..
Tribünler arası alışılagelmiş sıradan atışmalarla.
Söyleyin, hangi galibiyet, hangi şampiyonluk ve hangi kupa, bir insanın sağlığından daha değerli olabilirdi?
Valilik işi daha ciddiye alsa, polisler insanları copundan daha fazla sevse, ellerindeki döner bıçaklarıyla çirkin birer rambo görüntüsündeki holiganlar rahat dursa, kale arkası tribününe sıkışan insanlar, ilk kez azınlıkta kaldıkları statda hırçınlık duygularını abartmasa bunlar hiç olmazdı..
Gerçekten olmazdı bu yaşananlar, Türkiye’de binbir emekle çıkartılan yasalar, gerçek anlamıyla uygulansa..
Çetelerin birkaç gün, gaspçıların birkaç saat, kapkaççıların göz açıp kapayana kadar serbest kaldığı ülkemizde hukuk sistemimiz doğru işleyebilse yaşanmazdı bu çirkinlikler..
Devlet, eskiden olduğu gibi devlet olmayı başarabilse, yani "Devlet Baba" olabilse mümkün olmazdı sokaktaki şiddet, spordaki terör ve yaşamdaki benzeri yanlışlar..
Olayı çıkaranlarla uğraştığından çok, çıkan olayların nedenini bulmaya çalışmalıydı devlet.. Elde şaplak, sivrisineği avlamak değil, bataklığı kurutmak olmalıydı amaç.
Milyonlarca işssizin, sisteme öfkeli kalabalıkların, hayata küsmüş, yaşam nedenini yitirmiş yüzbinlerin çaresi olabilmekti, Devlet Babalığın gereği.
Hiç düşündünüz mü, evine ekmek götürecek parası olmayan, kulübünden aldığı bedava biletle maça giren insanların, her yıl yüz milyarlar kazanan futbolculara karşı neler hissettiğini.
Başarılarda deliler gibi sevdiği bu insanlara, başarısızlıkta nasıl içinden kabaran bir öfke duyduğunu. Bu öfkesini nasıl çıkardığını gördünüz de, öfkesinin nedenini düşündünüz mü hiç..
Birkaç dakika önce alkışladığı polisin, kendisine vurduğu copun acısını sadece vücudunda değil, yüreğinin ta içinde nasıl hissettiğini..
Başından kan akan insanlar gördünüz televizyonlarda..
Ya yüreği kanayanları görebildiniz mi?
Demokrasi kültürü
ANADOLU Ajansı’ndan geçtiğimiz günlerde yapılan Özerk Güreş Federasyonu seçimi haberinden bir paragraf dikkatimi çekti.
Aradan iki gün geçmesine karşın, herhangibir düzeltme veya yanlış anlaşılma açıklaması da gelmedi.
Başkan adaylarından Yusuf Yoldaş’ın, adaylıktan çekilme bölümüne ilişkin haberde şu cümleler yer alıyordu:
"Başkan adaylarından Yusuf Yoldaş, seçimlere geçilmeden önce kendine gelen baskılar karşısında çekilmeye karar verdiğini açıkladı. Yoldaş, kendisinin de AKP teşkilatında yer aldığını belirterek, "Başkan adayı olurken bazı isimlerle görüşüp onay almıştım. Ama daha sonra benim karşıma aday çıkarıldı. Ben de baskılar karşısında çekilmeye karar verdim" diye konuştu."
Bu, uzunca bir süredir, "özerk federasyon seçimlerinin etkilendiğine" iddiasına ilişkin tartışmanın, birinci ağızdan kamuoyuna yansımasıydı.
İddia göre, birileri, iktidar partisinin mensubu olduğunu iddia eden birine başkanlık sözü veriyor ancak daha sonra bundan vazgeçip, bu görev için bir başkasına yol açıyordu. O kişi de adaylıktan çekilip, veryansın ediyordu..
Ve bunun adına "demokratik seçim" deniliyordu.
Futboldaki demokrasinin işleyişiyle ilgili şikayetlerin bazı çevrelerce sıkça dile getirildiği son dönemde güreşimizin demokratik seçiminde yaşananlar bunlardı..
Yani "benim istediğim seçilirse, bunun adı demokrasi, aksi halde anti demokrasi..."
Şimdi düşünüyorum da bu itirafı yapana ne demeli? Eğer söz verilen destek devam etse ve kendisi seçilse, bu konuşmalar olacak mıydı?
Elbette hayır.. O zaman demokrasi, harfiyen ve eksiksiz işlemiş olacaktı.. Ona verilen destek, başkalarının kösteği olmayacak mıydı?
Biz işte ne yazık ki böyleyiz..
Demokrasi, sadece bize özel olacak.. Özgürlük de bizim için olacak..