İŞ, dönüp dolaşıp "Prestij meselesine" gelmişti Trabzon açısından. Kayıp sezonun tesellisi, Galatasaray ve daha da önemlisi Fenerbahçe maçlarını kazanmaktı bordo mavililer açısından. Çoktan bitmiş ligin, gerçek bitişi gerçekleşecekti böylelikle.
Karşısında teknik direktörünü göndermenin dayanılmaz mutluluğunu yaşayan şen şakrak G.Saray vardı. Herr Feldkamp, herkesin böylesine mutlu olacağını bilse, çoktan giderdi. Ne var ki, geç öğrendi, geç gitti. Son dönemin ideal terbi ile çıkıp, 4-3-2-1 yayıldı sahaya Karadeniz ekibi.
Yattara ağırlıklı bir hücum kurgusu, hemen belli etti kendini. Zaten Gineli dışında yıldız da kalmamıştı. Bir başka yokluk, oyunu sevk ve idare edecek kişi idi. Son dönemin moda deyimiyle "10 numarası" yoktu Trabzonspor’un.
Ve işte bu lidersizlik nedeniyle, ilk 25 dakikada bırakın pozisyon bulmayı, takım, kendi alanından çıkamadı. Sanki topu çeken bir mıknatıs vardı Trabzon sahasında. Uzun vurulan topların, 2-3 saniye içinde iadeli taahütlü geri dönüşünün sadece G.Saray presi ile açıklanması mümkün değildi. Top kullanımındaki yetersizlik ve beceriksizlik, gerçekçi bir tanımlama idi.
Yardımcının kafa kolu!
Savunmaktan başka iş yapamayan, bunu da sadece kaleci Tolga ve Tayfun Cora ile bir ölçüde başarabilen konuk ekip, ilk 40 dakikada Galatasaray’ın 5 net pozisyonunu kan ter içinde savuşturdu. İlk ciddi pozisyonuna ise 42. dakikada Umut ile girip, golü başaramadı.
Taç atışından gelen topun, yanlış yerleşim ve yanlış adam paylaşımıyla 50. dakikada Galatasaray golüne dönüşmesi, Trabzonspor’a kısmi canlılık getirdi.
55. dakikada Mustafa Keçeli’nin ortasında Umut’un attığı gol, "kitabi olarak nizami" idi. Ancak son dönemdeki "Hakem hatalarının, Ali Sami Yen versiyonu", bir kez daha Galatasaray lehine çalıştı. Bu kez Sabri’nin rakibe kündesi yoktu ama "yardımcı hakemin kafa kolu" vardı.
Önce Trabzon’un kadro ve oyun yetersizliği, sonra da bilindik bayrak ve düdükler, prestij serisinin ilk maçında tuş etti Trabzon’u. "Vur abalıya" lafı, bazen ne güzel oturuyordu...