İnsan olabilmek

İÇİM acıdı izlerken..

TRT 2’deki ’Lige Bakış’ programının canlı yayınındaydık, Alper Bakırcıgil ve Birol Reçber ile birlikte..

Hepimiz üzüldük yaşananlara.. İzmir’deki Ankaragücü-Fenerbahçe maçının "Şeref" tribününde olanlara.. Olmaması gerekenlere..

Türkiye’de şiddeti, futbol tribünlerinde arayanlara adresi, İzmir Atatürk Stadı’nda olanlar gösterdi..

Yani.. Şiddetin futbol tribününde değil, gerçek yaşamda olduğunu..

Yani, sokakta, otobüste, okulda, işyerinde, mahallede.. Hayatın her yerinde..

Şiddeti önleyemeyenler, şiddetin varlığından nemalananlar olduğunu da..

Sevgi, bir içsel kültür; sevgi toplumu da bir sosyal gerçektir..

Yani bu ülkede insanların birbirini sevmesi, saygı duyması, birlik olması gibi özellikler, öncelikle insanların içindeki sevgi ile başlayıp, aile kültürüyle gelişen saygıyla büyüyecek bir toplumsal anlayış olmalı..

Mesleğimiz nedeniyle ömrümüz, kavganın içinde geçti..

Daha önce yazdık, anlattık.

İnsanların birbirini severek de yaşayabileceğini..

Kavga ve şiddet ile beslenen çarpık sosyal yaşam biçiminin, ancak böyle son bulacağını.. Ama gördük ki iyi anlatamamışız..

Bakın koca koca adamlar, sokaktaki haylaz çocuklar gibi tekme tokat kavga ediyor.. Birbirlerine acımasızca vuruyor..

Ne uğruna, "Sen kazandın, ben kazanmalıydım" adına..

Sonra da ortalığa çıkıp centilmenlik daveti, fair play çığırtkanlığı yapıyorlar.. Hiç utanmadan, sıkılmadan..

Üzüldüm bu ülke, bu toplum, genç insanların geleceği adına..

Tekme, yumruk, şike, teşvik, tehdit, iftira, dedikodu ile şampiyon olsan ne çıkar, kupayı alsan ne yazar.. Hani küme düşsen ne çıkar Allah aşkına..

İnsan olmayı başarabilmek önemli..

Adam olmak.. Gerisi boş.. Bomboş..

Hayat nedir?

HİÇ tanımam.. Bir araya gelmedik, konuşmadık, yüzünü görsem de tanımam..

Son dönemde birden parladı yıldızı..

"Ankaragücü’ne başkan olacağım" dedi.

Sonra aniden hastalandı.. Önce GATA sonra da MESA Hastanelerinde araştırdılar, birileri "karaciğer kanseri" dedi, diğerleri "siroz olabilir" diye mırıldandı..

Sonra gitti yeni dünyaya.. ABD’de baktılar, bakmakla yetinmeyip araştırdılar.. Ve sonuçta "Ne kanser ne de siroz.. Midede mikrobik bir durum var" dediler ailesine.. Sevindi herkes.. Hayata döndü, "evine de yakında döner" diye eklediler..

Hayat, kazananlar ile kaybedenler; sevinenler ile üzülenlerin yaşadıklarından ibaret değil midir zaten?


Ankaralı için

YILLARCA hep muhalif olduk.. Bilinenin aksine, bu yüzden haber konusunda hiç sıkıntı çekmedik..

Çünkü "habercilikten anlayanlar" iyi bilir, "doğrular ile karşı çıkanlar, doğruyu mutlaka bulur.."

Sürekli yağ çeker, yalakalık yaparsanız birileri sizi itip kakar.. Sevmez, saymaz, insan yerine koyup selam bile vermez..

Başkaldırmayı başaranların en büyük zevki, bir haberin muhatabı kişi veya kurumlarda "bu haberi, kim verdi?" araştırmasından haberdar olmaktır.. Olay doğrudur, zaten doğruluğuna ilişkin şüphe de yoktur ama kimin sızdırdığı mesele haline gelir. Ve sadece bu bile, inanılmaz keyiflidir.

Bu nedenle yasaklar konur.. Ama yine de haberler çıkar..

Eğer iyi gazeteci iseniz tehdit altında iken, bir kuruma "giriş yasağınız" varken, adı resmen böyle konulmamış olsa da "kulliyen yasaklıyken" en iyi, en güzel ve en sert haberi bulur yazarsınız.

Oturup ağlamazsınız.

Bizim yaşamımız, oturup ağlamak değil, iş yapmakla geçti.

1991 yılında 20 kişiyle iki sayfalık Hürriyet Ankara İlavesi çıkartıyorduk.. Şimdi ise sadece üç kişilik Ankara Spor Servisi üretimiyle bir sayfayı yapıyoruz.

Spor Sayfası, Atilla Türker gibi usta bir kalem ve birinci sınıf objektif, Özgür Şahiner gibi donanımlı, nitelikli ve yetenekli bir gazeteci ile ışıl ışıl iki genç editör Fatih Aydoğdu ve Ozan Ermiş’in yanı sıra, bilgisayar sihirbazı Umut Karaahmetoğlu’nun çizimiyle "Ankara’da yazılıp, İstanbul’da yapılan" Hürriyet ANKARA, herkesin saygı duyduğu bir gazete..

Kurumu, yönetimi, çalışanı ve haberi, hak edilen saygıyı görüyor. Bizim kendimize ve çevremize gösterdiği; bizi sevmeyenlerin yaptığımız işe duymak zorunda kaldığı duygu bu...

Biz ağlamaz, 30 yıldır olduğu gibi okuyucumuz için gazete yaparız..

Hem de en iyisini..

Sporu seven, Ankara’da neler olup bittiğinden haberdar olmak isteyenler için..

Güle güle Kral

BİZLER için zordur, övgü yazısı yazmak.

Oysa yaşamın gerçeğidir, yergi kadar övgünün hak edildiği..

Ankaragücü’nün son 6-7 yılına sessiz sedasız imza atan bir isim, yine sessizce Gençlerbirliği’ne transfer oldu.. Ama el öpüp, helalleşerek..

Mustafa Kaplan idi bu. Namı diğer, Kral...

Son 3-4 yılda Ankaragücü’ne para kazandıran tüm oyuncuları o getirmişti Beştepe’ye.. İzleme komitesi sorumlusuydu sarı lacivertlilerde.

Umut Bulut, Emre Güngör, Özgür Volkan Yıldırım, Hüseyin Kartal, Burak Özsaraç ve Serkan Kırıntılı gibi gençleri Ankaragücü’ne ve Türk futboluna kazandıran Kral, Gençlerbirliği’nin yeni Brezilyalıları, Sandro Da Silva ve Marien Heverton Da Silva’nın transferinde de çok önemli bir rol oynadı.

Yani bıraktığı yerden, kazandırmaya devam ediyor.

Sarı lacivertti, kırmızı siyah oldu.

Ankaragücü için büyük kayıp, Gençlerbirliği için önemli kazanç..

Güle güle Kral.. Hoş geldin Kral..
Yazarın Tüm Yazıları