Paylaş
Londra, “olimpiyata katılmanın önemli ancak kazanmanın çok daha önemli olduğunun” farkına vardığımız oyunlar bütünüydü.
Öğreneceğimizi öğrendik, bitti gitti. Ve geldi seçim zamanı.
Yani başarılı ve başarısız federasyonların kongrede hesaplaşması...
Ancak küçük bir ayrıntı, büyük sorunlar çıkardı.
Bazı federasyonların ana statülerinde olan, “Başkan adaylarının belirli sayıda üye tarafından önerilmesi” maddesinin çerçeve statüye ön şart olarak konulması sıkıntının ana kaynağı. Oran ise yüzde 15 olarak belrlenmiş. Buraya kadar herşey normal, belli kriterler olmalı da..
Ancak sıkıntı, belgelerin kime teslim edileceği...
Islak imzalı adaylık önerileri, mevcut federasyona veriliyor.
Yani kurda, kuzuyu teslim ediyorsunuz.
Bir başka bakış açısıyla, “Rakibinize imza verenleri arayıp, vazgeçirin, imzalarını çektirin. Yeter sayıyı bulunca da seçime sokmayın” diyor bu maddeyi icat edenler.
Hangi deha ürünüdür, hangi üstün zeka pırıltısının sonucudur bilinmez ama demokrasiyi kendine uyarlamakta son derece yetenekli bir ülkede yapılmayacak işler sıralamasının ilk üçüne girer bu uygulama...
Peki “Ne olmuş bu madde koyulmuş da?” diye düşünebilirsiniz. Anlatayım...
Bir çok federasyon seçime tek adayla girdi. Çünkü adaylar aday olabilmek için, yeter sayıda imza bulamadı.
Bulanlara ne oldu?
Hentbolda Serdar Eler, 38 imza topladı; mükerreri, geçersizi ile 23’e kadar tırpanlandı. 24 yeterdi ama ne hikmetse 23’de kaldı.
Cengiz Yağız, tekvandoda bir kez daha adaylığa yeltendi, mükerrer imzalar çıktı, “Bir kenarda dur” dediler. Oluşturulan sistem, “Taraftarlarının listesini elleriyle rakibe teslim et ve gerisine karışma” diyor.
Bu kişiye özel demokrasiye de “Demokratik seçim” deniyor.
“Taşımalı Özerklik”te, bir de Spor Teşkilatı oyları var. Yılların bitmeyen şarkısı...
Öyle ya da böyle, buna “Parayı veren düdüğü çalar” diye bir kulp takabilirsiniz.
Cebinizden vermediğiniz için onu anlamam da bu, “Kişiye özel demokrasiyi” nasıl anlatırsınız?
Paylaş