ÖFKELENİYORUM zaman zaman. Bırak git buraları, çek git bir balıkçı köyüne, “İnsan gibi yaşa” diyorum kendi kendime.
Günlük kargaşadan, yalandan, dolandan, riyadan, sahtelikten bıkıp usanıyorum. Bugün ak dediklerine, yarın kara diyenlerden; bugün akladıklarını yarın karalayanlara isyan ediyorum. Ülkemde yaşananlara, sporda olan bitene bakıp; “Bu ülkenin insanı bunlara mı layık?” diye dertleniyorum. Ölümlü dünyanın, “Kendine müslüman” şahsiyetlerine tepki duyuyorum. Kendine olduğunda şahin, başkasına karga olanlara kızgınlığım ve de kırgınlığım. Eskişehir’de kendi yaşadıklarına tepki koyup, evinde yaşattıklarına suskun kalanlara isyanım. Eskişehir İsyankarı, Özer’in içeriden çıkardığı topa, “Evet, hakem görmedi, göremedi ve vermedi. Haksız bir golle üç puanın tamamını aldık. Rakibimizin bir puanı haksız yere, bize geçti. Üzgünüm” diyemeyenlere saygı duymuyorum. Diyebilseydi, ben de derdim ki: “Adam haklı. Bak ona da buna da tavrını koydu. Saygı duymak, herkes için hak arayıcısı olduğunu kabul etmek gerek.”Ama yapmadı. “Alacağına şahin, borcuna karga” postunu giyip oturdu. İsyan denizimin küçük bir dalgası bu...
TAKIMI DİZGİNLEMEK!
VE çok yakın bir örnek daha. Doğru Alman yönetimindeki Gençlerbirliği, dolu dizgin gidiyordu ki, bir el freni geldi. Zor kazanılan Denizli maçı sonrası, Başkan İlhan Cavcav, “Takımda revizyon olacak” dedi ve ortalık buz kesti. Zirvenin hemen altına park edip, yukarıdakilerin aracı geri kaçırmasını bekleyen ve aradan fırlayıp hamle yapmaya çalışan, “Gençler takımının kimyasını bozan acı bir fren yaptı” duayen Başkan. Thomas Doll, hafta boyunca uğraştı durdu, motivasyonu sağlamak için. “Revizyon devre arası. Bu iki maçtaki performans da dikkate alınacak” dediyse de dinletemedi. En azından sahadaki görüntü, söyleminin ciddiye alınmadığı yolunda idi. Hani, “Hiç bir başarı cezasız kalmaz” desek, ortada henüz başarı yok. Ama çabası da var. Kısacası İlhan Cavcav, bu sezon sıkça yaptığını bir kez daha tekrarlayıp, takımını dizginlemeyi başardı!
NE YAZIK, TEDAVİSİ YOK
FUTBOLDA herşeyi, herkesin çok bildiği bir ortamda zaten bazıları, iyi olmak üzere olan herşeyi berbat etmek için herşeyi yapmıyor mu? Elbette iyi gideni bozup, ortalığı karıştırmak tek kişiye özgü bir tavır değil. Türkiye’de genetik özellik haline geldi, son 25 yılda. Yıllar önce Alman Milli Takımı’ndan, Galatasaray’a gelip teknik direktörlük yapan, Mustafa Denizli’nin üstadı, Jupp Derwall’e, “Bu adam futbolu bilmiyor” deme cüretini gösteren, İspanyol Real Madrid’de hocalık yapmış Del Bosque’ye, “Yeniköy Kasabı” adını takma saygısızlığı gösteren, Ortega, Anelka, Carew gibi anlı şanlı futbolcuları Türk takımlarından kovarcasına gönderen kimdi? “Biz herşeyi biliriz, başka kimse birşey bilmez” kafası... Hani şu, “sadece kendini akıllı, elalemi aptal sanan” bir zihniyet var ya. Tam o misal. “Ben bilirim, ben yaparım, ben anlarım...” diyor bazıları... Yok ya... Aslında üç günlük bebelerin kendini futbol uleması, spor üstadı, gazetecilik dehası sandığı, dahası bunların böyle sanıya kapılmasının sağlandığı bir ortamda bunların olması normal. İşin doğrusu ise kötü bir hastalık... Ve ne yazık tedavisi yok...
BÜYÜDÜKÇE KÜÇÜLMEK
KIZIYORUM, dertlenip söyleniyorum ama umudumu yitirmiyorum. Bu ülkenin kayıp 1980 kuşağının bir temsilcisi olarak, “Neler gördük, neler yaşadık. Ne badireler atlattık. Bunlar hafif gelir, yel gibi gelir, meltem gibi geçer” diyorum. “Bu ülkenin her zaman, her yerde akil insanlara ihtiyacı var. Sakin, akıllı, mantıklı olmak gerek. Duygulara esir düşmemek, öfkeye yenilmemek gerek” diyorum. Daha önce bir kez yazmıştım. Üniversiteye girdiğimde, “bütün dünyayı gül bahçesi yapmayı” hayal ederdim. Okulun son sınıfında, “Türkiye’yi kırmızı güllerle donatmaya” döndü bu hevesim. Okul bitti önce iş sonra da aile sahibi olunca, “kendi evimin bahçesini rengarenk güllerle bezemekle” yetindim. İnsan büyüyüp, gerçeklerle yüzleştikçe, hayalleri küçülüyor. Yaşam, insanı mütevazi yapıyor. İstesen de istemesen de...