Paylaş
Takım elbiseli 10 kişi, 6 asker dikkat kesilmiş saygıyla dinliyor.
Korumalar her yerde.
Birkaç genç slogan atıyor.
İki-üç kişi telefonuyla video çekiyor.
Tüm gözler ‘O’nda.
Bu fotoğrafın bir köşesinde de şehit babası tabutun önünde diz çökmüş ağıt yakıyor.
Evladını yitiren bir baba tabutun yanında öyle heybetiyle falan duramaz, bedenini ayakta tutamaz.
Oturur, çöker, yere yığılır.
O çökünce insanlar da çöker, elini tutar, onunla ağlar.
Bu resimde insanın sevgi dolu, vefalı ve vicdanlı bir varlık olduğunu hatırlatan iki kişi var: Babayla beraber diz çökmüş iki adam.
Sadece ikisinin gözü ‘O’nda değil.
Biri, güçlü durmak ister gibi eliyle yüzündeki ifadeyi gizliyor...
Diğeri başını ellerinin arasına almış, ağlıyor.
Bu arada tabutun üstünde “Şüheda fışkıracak, toprağı sıksan şüheda. Canı, cananı, bütün varımı alsın da hüda, etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüda...” dizeleri yankılanıyor.
İktidar yolunu vatan sevgisi taşlarıyla döşemeye kalktığınızda ortaya bu fotoğraf çıkıyor.
“Vatan” dendiğinde, gözlerini ‘sahne’den alamayan kalabalık bir seyirci kitlesi ise mutlaka bulunuyor.
*
Bazı otoritelerin kaynağı diğerlerinin ölüm korkusundan gelir. O otorite zamanla vatanın ta kendisi olur. Kim ki o otoriteye baş kaldırır, vatana ihanetle suçlanır.
“Tek millet, tek bayrak, tek vatan, tek devlet” şiarıyla kurulan bu ülkede, bireyler toplum ve ulus içerisinde büyük ölçüde eritilmiş. Birey ancak kendi varlığını ulusal varlık için feda ettiğinde değer görmüş. Nesiller ‘dört tarafı düşmanlarla çevrili ülke’nin yurttaşı oldukları sürekli işlenerek büyütülmüş.
Yetmez gibi, son yıllarda ‘şehit’ söylemi parlatıldıkça parlatılıyor. 2002’de çıkan yasayla 18 Mart Şehitler Günü ilan edildi. Çanakkale Şehitlikleri’ne ziyaretçi sayısı artırılıyor, Sarıkamış için dini törenler düzenleniyor, Gençlik ve Spor Bakanlığı tarafından ‘Gençlik Şühedanın İzinde’ kampanyalarına imza atılıyor.
Ülkenin Enerji Bakanı “Şehit olmak istiyorum” diyor.
*
Ama bu noktada büyük bir çelişki var. Şehitliği yüceltme çabaları hep lafta, çünkü sadece ‘garibanlar’ ölüyor.
‘Niye’sini Serdar M. Değirmencioğlu, derlediği ‘Öl Dediler Öldüm’ kitabında bir askerlik anısında çok güzel anlatmış:
Komutan erlere, şehit yakınları olup olmadığını soruyor. Eller kalkıp iniyor.
“Komutan ‘İşte’ diyor, ‘biz böyle bir ülkeyiz, böyle bir milletiz. Bu vatanın her parçası, her noktası şehitlerin kanlarıyla sulandı... Sizler de, eminim, onlar gibi fedakârlık etmekten kaçınmayacaksınız. Şimdi soruyorum. Takımımızın bir bulaşıkhanesi yok... Aranızda bulaşıkhane yapmak için gerekli becerileri olanlar vardır. Kim bu işte yer almak ister?’
El kaldıranlar var. Birkaç soru ile mesleğe göre işbölümü yapılıyor.
Komutan yeniden konuşuyor.
‘Şimdi, başka bir fedakârlık gerekiyor. Bize bir de bulaşık makinesi gerek. Aranızda vatana borcunu ödemek isteyenler, vatanını çok sevenler, bu makineyi almak isteyecekler olduğuna eminim. Kim bu fedakârlığı yapmak ister?’
Uzunca boylu biri ayağa kalkıyor. Komutan onun için övgü dolu sözler söylüyor. İşbölümü tamam; işçiler, ustalar ve sermayeci. Yatakhaneye gönderiliyoruz.
İnşaat başlıyor. İşçi ve ustaların tek görevi artık bu. Makine için fedakârlık yapan er ise çalışmıyor. Onun askerliği fiilen sona ermiş gibi. Cebinde izin kâğıtları olduğu; arkadaşları ile istediği an çarşıya gidebildiği söyleniyor. Belki de bu yüzden gündüzleri hiç görünmüyor.”
*
Kıssadan hisse...
Hepsi lafügüzaf. Bazen vatan sevgisi bir bulaşık makinesiyle bile ölçülebiliyor.
Siz siz olun, vatanı dilediğinizce sevin. İster çocukken çamurunda oynadığınız toprağı, ister bahçenizdeki ağacı, ister yıkandığınız o yemyeşil dereyi.
Siz siz olun vatan sevgisini ölümle ölçmeyin.
Paylaş