Paylaş
Recai ancak bir zırdelinin kalkışacağı işe soyunmuş.
Şu anda Oğuz Atay’ın ‘Tutunamayanlar’ romanını Almancaya çeviriyor.
‘Tutunamayanlar’ı eline alıp da bitirebilmiş insanların sayısı parmakla sayılırken, bu romanı Almancaya çevirmek büyük cesaret.
Recai’yi tanımanızı istedim. Sizi onunla baş başa bırakıyorum.
80’lerin sonunda Almanya’ya taşınma sürecini anlatır mısın?
Almanya’ya gidemiyordum. Bakayaydım. Yoklamaya girmiştim ama tüymüş gibiydim. Kaçmak için kaçmamıştım. Eylül ile ekimi birbirine karıştırdığım için gitmeyi unutmuştum. Pasaport vermedikleri için de yurtdışına çıkamıyordum. Bu arada Almanya’da epey uzun sürecek bir simultane çevirmenlik işi çıkmıştı. Almanya’da hayat kurmanın temeli olacak parayı bu işten kazanmayı planlıyordum.
Askerlik işi nasıl çözüldü?
Ankara Sakarya’da garip bir adamla tanıştım. Bu adamla arada buluşup bira içmeye başladım. Adam bana kendini bir mafyanın en alt kademesi olarak tanıttı. İddiasına göre bu mafyanın askeri mahkemelere kadar bağlantıları vardı. Ve bana “Şu kadar mark verirsen ben seni beraat ettiririm” dedi. Bu adama türlü dönemlerde paralar verdim. Sakarya’da birahanede buluşur, biraları içerdik ve ona paraları verirdim. Bir süre sonra “Yetmedi, şu kadar daha ver” derdi.
Adama yedirecek parayı nereden buluyordun?
Ankara Alman Kültür Merkezi’nde simultane çevirmenlik yapıyordum. Oradan kazandığım paraları veriyordum. Günün birinde adam geldi dedi ki “Tamam. İşi hallediyoruz. Şimdi bir de en üst hâkime para yedirmemiz lazım. Bunun için şu kadar para daha ver.”
Adama niye güvendin?
Tek umudumdu. Ama blöf yaptım, “O kadar param yok. Şu kadar var” dedim. Söylediğim rakam adamın istediğinin 3’te biriydi. “Kabul edersen bu parayı al, yap işimi. Almanya’da biliyorsun insanlar iyi para kazanıyor. Ben sana üstünü gönderirim” dedim. Adam aldı parayı gitti, hiç ummadığım şekilde bir süre sonra askeri mahkemeden beraat kâğıdı geldi. Yıllar sonra gazetede bir haber okudum, bir mafyanın yakalandığını, bunların askeri mahkemeyle ilişki içinde olduğunu, beraat kararları çıkarttıklarını vs... İnşallah benim mafyamdır dedim.
Ve Almanya maceran başladı.
Brüksel’de Avrupa Topluluğu’nda simultane çevirmenlik eğitimi alıp Almanya’ya gelmiştim. Dışişleri Bakanlığı beni hemen listelerinin başına koydu. Bir bakanlıkla başlayınca arkası geldi. Çevirmenliğini yapmadığım bir Alman Dışişleri Bakanı, İçişleri Bakanı veya Şansölyesi olmadı. Çevirmenliğini yapmadığım bir Türk Başbakanı da olmadı.
En severek çalıştığın alan hangisi?
Edebiyat. Çevirisini yapmaktan en çok zevk aldığım yazar Orhan Pamuk. Pamuk’un Almanca konuşulan ülkelerdeki sürekli çevirmeniyim. Kitaplarını çevirmiyorum. Burada yaptığı okumalarda, etkinliklerde çevirmen olarak çalışıyorum.
Orhan kadar esprili, dünyaya bu kadar gülen, dünyaya gülerken kendisine de gülen, bunu da asla kendine güvensizlikten dolayı yapmayan, büyük bir alçakgönüllülükle paylaşabildiği her şeyi paylaşan bir yazarla ya tanışmadım ya da çok az tanıştım.
Bazı yazarlar vardır ki hep kendilerinden söz edilsin ister. Geldikleri ülkeyi bile merak etmezler. Başka birinden bahsedilirse sıkılır, lafı yine kendilerine getirirler. Orhan tersine kendi kitaplarından bahsedildiğinde sıkılıyor. Ve her zaman geldiği yeri ve çevresindeki insanları tanımaya çalışıyor. Romanlarındaki yaşayan detay zenginliğini de buna bağlıyorum.
Oğuz Atay’ın ‘Tutunamayanlar’ını çevirmeye nasıl karar verdin?
Berlin’de geçen yıl Türkiye kökenli ama Almanya doğumlu iki kız kardeş Binooki adlı bir yayınevi kurdu. Onlara yayınevinden kitabı çıkması gereken yazarların bir listesini yaptım. Oğuz Atay birinci sıradaydı. Onlara ‘Korkuyu Beklerken’le başlamalarını önerdim. ‘Tutunamayanlar’ı ilk kitap olarak önermedim. ‘Korkuyu Beklerken’ Alman basınında çok iyi eleştiriler aldı. Hatta biri şöyle bir şey yazdı: “Eğer Claudia Roth ile Angela Merkel döner kesip gazetecilere poz verip Türkiye’nin AB üyeliğini tartışırken Oğuz Atay okumuş olsalardı tartışmaları hiç olmazsa daha seviyeli olurdu.”
Tutunamayanlar Almancada kaç sayfa olacak? Böylesine kalın bir kitap okuru korkutmayacak mı?
1000 sayfa civarında olacağını varsayıyoruz. İncecik çok kaliteli bir kâğıda basılacak.
Yayınevi ‘Tutunamayanlar’ı çevirmeni istediğinde hemen “Evet” dedin mi?
Çeviri gözüyle bir daha okuyayım diye iki hafta izin istedim. “Tamam çevireceğim” diye düşünürken bir bölüm geldi, cümle başladı, cümlede hiçbir noktalama işareti yok, o meşhur bölüm. 100 küsur sayfa sürüyor... Önce mümkün değil dedim. Okumaya devam ettikçe “Bu sonsuz cümleyi de çeviririm” dedim. Oturup denemek için kitabın zor bölümlerinden olan, şarkılardan deneme çevirileri yaptım. Hatta bunları Venedik’te dolaşırken yaptım. Köprülere çıkan merdivenlere oturup oturup çeviriyordum. İki dize çevirip sonra o iki dizeyi aklımda tutup iki saat daha dolaşırken diğer iki dizeyi buluyordum, oturup yazıyordum.
Bence en büyük çılgınlık bu kitabı bilgisayarda değil, el yazısıyla ve dolmakalemle çeviriyor olman.
Bir Venedik atölyesinde el yapımı olarak hazırlanmış bir deftere çeviriyorum. Çevirirken insanın önünde özenle hazırlanmış bir malzemenin olması genel özen duygusunu artırıyor. Ben çok dağınık bir masada bile rahatsız olmadan çalışan bir insanım ama ‘Tutunamayanlar’ı çevirirken masanın üstünü tamamen boşaltıyorum. Sigara külü falan düşmüşse temizliyorum, gereksiz bardakları kaldırıyorum. Asla müzik dinlemiyorum. Çünkü ‘Tutunamayanlar’ın iç müziğine başka bir müzik girebilir diye endişeleniyorum. Ve böyle bir deftere el yazısıyla yazarken, insan uzun süre cümleyi kafasında kurguluyor, tartıyor, değiştiriyor. Küçük kâğıtlara notlar alıyor. “Oldu” dediği anda yazıyor. Bilgisayarda böyle olmuyor, o rahatlık benim çevirmekteki tavrımı etkiliyor.
Paylaş