Paylaş
Buna rağmen son yıllara kadar televizyon benim hayatımın önemli bir parçası olmadı.
Beni içine alamadı, cezbetmedi.
Son yıllarda ise hayatımın olmazsa olmazlarından biri haline geldi.
Nedenini pek sorgulamadım.
Ve cevaplamadığım sorunun yanıtını taze açılan Ekranella.com sitesinde Ali Arıkan’ın yazısında buldum.
* * *
Arıkan, televizyonun safi biçimsel değil, içerik ve anlatı bakımından da son yıllarda birkaç çağ atladığını söylüyor.
Yazıdan özetleyecek olursam, televizyonda devrimin ilk kurşununu 1999’da ABD’deki HBO kanalında gösterilmeye başlayan The Sopranos attı.
Televizyonun potansiyeline inanan diğer yazar ve yönetmenler onun açtığı yoldan ilerlemeye başladı.
Kısa süre içinde dikkat ve zeka isteyen diziler yayınlanmaya başladı. Mad Men 2007’de gösterime girdiğinde devrim artık her yana yayılmıştı.
Arıkan, çok şanslı bir dönemde, devrimin tam ortasında olduğumuzun altını çiziyor.
Yazar ve yönetmenler arasında sinemadan televizyona bir göç gördüğümüzden bahsediyor.
Örneğin...
Steven Soderbergh artık sinema filmi çekmeyeceğini açıkladı ama televizyona geçiş yapabileceğini ima etti.
Barbet Schroeder, Rian Johnson ve Gus Van Sant dizi bölümleri çekmeye başladı.
Oscar’lı yönetmen Jane Campion, yazar ve yapımcılığını yaptığı “Top of the Lake” projesini televizyon için daha uygun buldu.
Ünlü oyun yazarı ve yönetmen Neil LaBute “Full Circle” adlı 10 bölümlük diziyi yazdı; gelecek yıl televizyon için bir grup kısa film çekeceğini ilan etti.
* * *
Arıkan, Hollywood’da çalışan yazar ve yönetmen arkadaşlarına da konu hakkında fikirlerini sormuş.
“Şiddetin Tarihçesi” filminin Oscar’a aday olan senaristi Josh Olson işin kültürel boyutuna dikkat çekerek “Sinema filmleri artık kayboluyor. Bir hafta yılın en iyi filmi vizyona giriyor; bir sonraki haftaysa sanki hiç olmamış gibi hayat devam ediyor. Televizyon dizileriyse kalıcılar. İyi olan diziler eskiden filmlerin olduğu gibi haftalarca, aylarca halkın bilincinde kalmaya devam ediyor” demiş.
Oldboy, I Am Legend, Thor, The Cell filmlerinin senaristi Mark Protosevich özellikle yazarlar için televizyonu cennet gibi tasvir etmiş.
Televizyonda yazar veya yaratıcının isminin diziyle birlikte anıldığını söylemiş; David Chase (The Sopranos), Vince Gilligan (Breaking Bad), Aaron Sorkin (The Newsroom) örneklerini vermiş. Sinema filmlerindeyse yaratımcı vizyonu sahibi olarak her zaman yönetmenin görüldüğünden dem vurmuş: “Woody Allen veya Quentin Tarantino gibi yazar-yönetmenler dışında şu anda markalaşmış tek yazar Charlie Kaufman.”
* * *
Arıkan’ın yazısının başlığı “Televizyon sinemanın pabucunu dama mı attı?”
Arıkan bu soruya “Hayır” yanıtını vermiş.
Bence de ikisi apayrı dünyalar, farklı deneyimler.
Ama televizyonun sinemayı epey zorladığı da ortada.
Ben izleyici olarak halimden memnunum.
Hatta artık seyircinin giderek internete kaydığı düşünülürse, kanalların internette de giderek güçlenmesinin iyi bir fikir olduğunu düşünenlerdenim.
Arıkan’ın yazısı kafamı açtı, aydınlattı.
Bu ve benzeri yazılar için Ekranella.com’u izleyin derim.
Paylaş