Paylaş
“Eskiden bir şeyi bulamayınca peşini bırakırdım, artık bırakmayacağım. İstersem bunu yapabileceğimi gördüm.”
“İlk defa bu kadar sorgulayıcı, meraklı, azimli ve tartışmacı oldum. Bilim de zaten böyle bir şeymiş.”
“Bilim insanlarını hep yaşlı erkekler sanırdım ama genç, yaşlı, kadın, hatta engelli bile olabiliyorlarmış.”
Bu cümleler çocukİstanbul tarafından Bilgi Üniversitesi Enerji Müzesi’nde düzenlenen iki saatlik “Kim Bilim İnsanıdır?” atölyesinden çıkan çocuklara ait.
Bu atölyede, çocuklara bilimin sadece bilim insanlarını ilgilendiren bir mevzu olmadığı, gündelik hayatta herkesin bilime, daha doğrusu bilimsel düşünmeye ihtiyacı olduğu “çocukça bir dille” anlatılıyor.
Borusan’ın desteğiyle ücretsiz gerçekleştirilen bu program ülkede bilim sermayesini büyütmek adına mütevazı bir girişimse de, dönüştürücü bir etkiye sahip.
Bu etkinin büyümesi için fon sağlayıcıların bu tür programlara hem desteğinin artması hem de tek desteklik proje gözüyle bakmaması gerek. Bir şeyler düzelecekse, süreklilik şart.
¡¡¡
Bilim sermayesi hem kültürel hem de sosyal sermayeden beslenen bir kavram.
Ülkemizde insanlar bilimi kendi alanlarının dışında bir şey sanıyorlar.
Ezberci, sadece “Ne?” sorusuyla ilgilenen, “Nasıl?” ve “Neden?” soruları üzerinde durmayan eğitim sistemi, çocukların bilim ve hayat arasında ilişki kurmasına engel.
Oysa insanlar bilimsel bilgileri ne kadar merak eder, araştırır, onlarla temasa geçer, onları anlayabilir, yorumlayabilir ve delillere dayanarak mantıksal çıkarımlarda bulunabilirlerse, kendi hayatlarıyla ilgili o ölçüde doğru kararlar verebilirler.
Hangi mesleki alanları seçerlerse seçsinler, işlerine yarayacak, onlara destek olacak bir altyapı kurmuş olurlar.
Bilimsel düşünmek, aktif yurttaş olmak için de elzem. Bilimsel düşünmeyi bildiğimizde, etrafımızda olup biteni okuyabilir ve onu dönüştürmeye katkı verebiliriz.
Tam da bu yüzden, ülkemizde bilim sermayesinin büyümesi ve daimi olması gerekiyor.
¡¡¡
Bilgi Üniversitesi öğretim üyesi Dr. Murat Paker, çocukİstanbul’unki gibi çalışmaların çok önemli olduğunu, çoğalarak devam etmesi gerektiğini söylüyor ve ekliyor:
“Milli Eğitim müfredatı tornasından geçtiğimiz zaman esnek ve yaratıcı bakamıyoruz.
Çünkü çok fazla dogma var.
Bu tür çalışmaların en önemli özelliği şunu demesi: ‘Dogma diye bir şey yok.
Her şeyi düşünebiliriz, sınayabiliriz.
Bunun da bir yöntemi vardır.’
Küçük bir çocuğa kapsamlı bilimsel metodoloji öğretemeyebiliriz ama çocukçasını verebiliriz.
Bu programlar, düşünmenin yöntemi konusunda terbiye verme açısından çok önemli.
Sağlıklı bir toplum ve katılımcı yurttaşlar olabilmek için düzgün düşünebilmemiz lazım.
Herkes aynı şekilde düşünmeyecek elbette. Zaten bilim de onu diyor: ‘Mutlak doğru yok.
Ama hiç olmazsa bir mantık silsilesi olsun.
Nereden başlayıp nereye gittiğini bil, geri dönebil, düzeltebil, yeniden başla.’
Türkiye toplumunda bilimsel düşünenlerin ortalamasını yükseltmek, düşünebilmeyi öğretmek için bu tür çalışmalar desteklenmeli.”
Paylaş