Paylaş
Hayır efendim, Türkiye’de ciks gençliğin tutkunu olduğu Abercrombie forma yapmıyor. Ama anne-baba ve çocuktan oluşan bu çekirdek aile markanın enine çizgili sarı-lacivert tişörtlerinden giyip forma etkisi vermeye çalışmış. Fakat ne lacivert Fener’in lacisi ne sarı Fener’in sarısı... Peki neden forma giymek yerine Abercrombie’leri çekmişler dersiniz? Tahminim, formanın yeterince cool olmadığını, Abercrombie ile cool mertebesine yükseldiklerini düşündüklerinden...
Ben de bu sentetik formaların pek hastası değilim. Ama Fener’in hoşuma giden bir formasını buldum. Takımın ilk formalarındanmış. Vintage kategorisinde sayılabilir yani. Dar kesim, örme, çubuklu forma. Bir dahaki maça bunlardan bir tane edinip giyeceğim.
Alex, Vederson, Deivid, Bilica... Takım Brezilyalı futbolculardan geçilmediğinden, Brezilya formasıyla gelen çok sayıda Fenerbahçe taraftarı da vardı.
Ben bir konuda başarı gösteremezsem başka birileri de gösteremedi diye sevinmem, kendi halime yanarım. O nedenle taraftarlıktaki bu “schadenfreude”, yani başkalarının mutsuzluğundan haz alma durumunu anlayamıyorum. Pazar gecesi Fener şampi-yonluğu kaptırdıktan sonra Twitter, Beşiktaşlılar’ın zafer çığlıklarıyla doldu. Halbuki, aynı gece onlar da yenilmemişler miydi? “Ben yenildim ama bak o da kazanamadı.” hissiyatı... Anlayamıyorum. Beşiktaşlı bir arkadaşım şöyle dedi: “Futbol ve taraftarlık öyle değil işte. Birey mantığıyla düşünme. Bursaspor can düşmanımız ama Fenerbahçe nefreti her şeye bedel!” Kendimi hiçbir zaman bir gruba ait hissetmediğimden, “biz” sözcüğü bana pek bir şey ifade etmediğinden belki, anlayamıyorum.
Bir daha şükrü Saracoğlu’nda önemli bir maça gidersem kesinlikle Anadolu Yakası’nda bir konaklama ayarlayacağım.
Maç çıkışında son vapura yetişemedim, tek bir boş taksi bulamadım. Kadıköy’e yürüyüp dolmuş sırasını görünce ruhum sıkıştı. Dolmuş durağından çıkan kuyruğun ucu neredeyse iskeleye kadar uzanıyordu. Burada da görmüş oldum ki taraftarların birbirlerine girmeleri için ayrı takımları tutmaları gerekmiyor.
Kuyruktaki Fenerbahçe taraftarı bir grup kendi aralarında takımlarına verip veriştirirken arka taraflardan başka bir taraftar onlara çıkıştı ve “Arkadaşım, yense de yenilse de bu bizim Fenerbahçemiz” türünde bildik söylemlerle konuya girdi. En son “Babam ölse bu kadar üzülmem. Bunun acısı apayrı” diye çığırıyordu ki, yoldan geçen boş taksiye kendimi attım. Futbolu anlamaya çalışmaktan yoruldum, pes ediyorum.
Adınızı yazdırın, unvanınızı değil
Ülkemizin statü sahibi erkekleri arasında bu kişiye özel çorap modası geçecek gibi görünmüyor.
En son Bülent Arınç’ın bilekleri yansımış objektiflere.
Hatırlarsanız bu modayı eski Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik başlatmıştı. Hem de çorapta ismi yetmez, başında bir de “Milli Eğitim Bakanı” diye unvanı vardı.
Hüseyin Çelik’ten sonra Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Hilmi Güler de çoraplarına ismini yazdırmıştı.
Türkiye ziyaretinde delik çoraplarıyla haber olan Dünya Bankası Başkanı Paul Wolfowitz’e üzülen Türk çorap üreticileri, kendilerini çorap yağmuruna tutmuşlardı. “Hem sektörü hem ülkemizi tanıtalım, hiç değilse yamasını biz kapatalım” diyen Aytuğ Çorap Yönetim Kurulu Başkanı ısmail Kavuncu Wolfowitz’e çorap sponsoru olacaklarını ilan etmişti. Ve bu çorapların üzerinde de Paul Wolfowitz yazacaktı.
Yani şu durumda Hüseyin Çelik’in bir trendsetter olduğu söylenebilir. Ancak sanırım artık Milli Eğitim Bakanı olmadığı ve çoraplarının üzerinde böyle yazdığı için bunları giyemiyordur.Siz siz olun, ille çoraba adınızı yazdıracaksanız, unvanınız eksik kalsın, çorabınız uzun ömürlü olsun.
Paylaş