Paylaş
İstedim, çünkü şehrin kargaşası içinde zamanın peşinden koşturan ve bir vakit sahil kasabasına yerleşme planları yapan birçoklarının hayalini gerçekleştirmiş.
Özellikle beyaz yakalıların hayalidir bir lokanta ya da küçük bir otel açıp ‘Güney’e kapağı atmak.
İstedim ki Oylum’un tecrübelerinden faydalansınlar, romantizmin ardındaki gerçekleri de görsünler.
Buyurun...
-Bir sahil kasabasına yerleşmek hep hayalin miydi?
Kuvvetli bir istek diyelim. Çocukluğum taşrada geçti. Üniversitede de kampus hayatıydı benimkisi. Boğaziçi Üniversitesi tatil köyü gibiydi; şehrin içindesin ama dışındasın. İş hayatına adım attığımda gerçek anlamda şehirle yüzleştim.
-Hemen mi sıkıldın şehir hayatından?
İlk başta zorlamadı. Gençken eğlence peşindesin. Çok çalışsan da idare ediyorsun. 30’larımdan sonra gitmeyi kafaya taktım. 2005’te dört arkadaş Datça’da bir yer açtık. Olmadı, kös kös şehre döndüm. Datça’da alışmışım çayır, çimen, deniz, ferah alanlar; sürekli ayağın toprağa basıyor, uyandığında pencerenden zeytin ağaçlarını görüyorsun. Şehrin kargaşası, hırslı hayatı yordu. Baktım artık olmuyor. Ağlayarak uyu, ağlayarak uyan. Bir tıkanma hissettim hayatımda. Kendimi değersiz hissediyordum. “Bu nasıl bir hayat” sorusunun cevabını veremiyordum. O halimden ürktüm. “Gideyim” dedim. En kötü ne olabilirdi? Denerdim, olmazsa dönerdim.
-Kenardaki üç-beş kuruşumla bir sahil kasabasında bir yer açıp mutlu mesut yaşarım hayali hayal kırıklığına dönüşebilir mi?
Kolaylıkla. Ben de bir plaza insanı olarak her tatile gittiğimde çok imrendim minicik kafe ve lokantalara. Çünkü sen o sırada zaten tatildesin, algıların farklı, dünyayı güzel görüyorsun. Bakıyorsun, 3-5 kişi güzel güzel çalışıyorlar. Peki acaba sen orayı hep sevecek misin?
-Bu maceraya atılmak isteyenlere ne önerirsin?
Çok sevdikleri, “yerleşsem” dedikleri bir yer vardır. Orada muhakkak çok vakit geçirsinler. Sadece yazın değil, sonbaharda, kışın, ilkbaharda da gitsinler. Her halini görsünler. Sevmeyebilirler. Bir yeri sevdin diyelim, insanlarını sevmeyebilirsin, insanları seni sevmeyebilir.
-Sonraki adım ne?
Ne iş yapacağına karar vermen lazım. Küçük başlamak en akıllıcası. Beş-altı masalı bir lokanta veya 6 odalı bir pansiyon mesela. Her şeyi senin kontrolünde olsun. Yanında çalışan insanlarla anlaşamazsan, bir başına kaldığında her şeyi yapabil. Hizmet sektörü zor. Belki sevmeyeceksin insanlara hizmet etmeyi. Burası bir tiyatro sahnesi gibi çünkü. Her gün sahneye çıkıyorsun ve orada gerçek olmak zorundasın. Rol yapmayacaksın. Yalan bir hikâye yazmayacaksın.
-Şehirden köye taşındığında insan en çok nerelerde zorlanabilir?
Bildiğin bir yer bile olsa mekânını, hayatını değiştiriyorsun. Oranın üslubuna adapte olmak başta zorlayabilir. Üstten bakmayacaksın insanlara, önce onları dinleyeceksin, anlayacaksın. Bırak önce onlar seni kabul etsin. Çünkü bu toprakların asıl sahibi onlar. Sen sonradan gelensin. Haddini, duracağın yerleri bilmelisin.
-Buralarda zaman nasıl akıyor?
Biz şehirde hep yetişmeye, bitirmeye çalışıyoruz. Durmayan bir telaş. Burada sen istediğin kadar telaş et, fayda etmiyor. Marangoza bir masa ısmarlıyorsun mesela; “İki haftaya sende” diyor. İki hafta bitiyor, üzerine üç gün daha geçiyor. İstediğin kadar kendini parala, o masalar kendi zamanında bitiyor. Burada yaşayanların zaman algısı bizimkinden farklı. İyi ki de öyle. Yoksa zaten niye geliyoruz buraya?
Şehirli alışkanlıklarınla, gergin halinle buraya geldiğinde bu yaptığın işe yansıyor. Onu biraz törpülemek lazım. Hayat daha kolay olur.
-Bir kadın işletmeci olarak Selimiye halkıyla kolay kaynaştın mı?
Buranın halkı çok dışa dönük. İletişim kurmakta zorlanmıyorsun. Kadın işletmeci de çok burada. İnsanların çok hoşuna gidiyor kadın işletmeci olması. Daha temizdir, titizdir, özenlidir diye düşünüyorlar. Cinsiyetçi bir tavır yok. Buranın halkı çocuklarının okuması konusunda da hassaslar. Kız-erkek ayırmadan çocuklarını okutuyorlar. Hatta kışları çocuklarla beraber Marmaris’e taşınıyorlar ki çocuklar okula gitsin.
-Küçük yerde yaşamanın zorluğu ne?
Herkes çok hayatının içinde. Sen ne yaşıyorsan görüyorlar. Şehirde kapını kapar kendi hayatına gömülürsün. Burada o mümkün değil. Sana bol soru soruyorlar. Anlatmak durumunda kalıyorsun.
-Üç yıl olmuş buraya yerleşeli. Kışları da hep burada mı geçirdin?
Bu üçüncü yazım ama kışları Selimiye’de çok vakit geçiremedim. Ama biliyorum ki ıssızlaşıyor ve biz bize kalıyoruz. Bu yaz bitince etrafı gezmeyi düşünüyorum. Biraz yüzerim, dağ tepe tırmanırım, evimle ilgilenirim. Arkadaşlarımı özlerim, onları ziyarete giderim. Bir de yaptığım işle ilgili kendimi geliştiririm. Mönüde biraz değişiklik yapmak istiyorum, kışın onu çalışmak için şahane bir fırsat.
-Köyde üç yıl sana ne öğretti?
Türkiye, insanı biraz üzen bir memleket. Özellikle de şehirde farkına varmadan çok hırpalanıyoruz. Burada her şeyden önce kendimi sevmeyi öğrendim. Meğer değerli bir insanmışım, onu hatırladım. Marmaris-Selimiye arası çok şahane bir yol. O yoldan sanki her defasında ilk kez geçiyor gibiyim. Her defasında başka ağaçlar keşfediyorum, yeni bir şey görüyorum. Görüyorum da görüyorum. Ve “İyi ki hayattayım” diyorum. Onu hissettiren o ağaçlar mı, manzara mı, kuşlar mı bilmiyorum. Burada kendimi yeniden sevdim, hayatı sevdim ve hayatın getirdiğini yaşamak lazımmış, bunu öğrendim. Artık hiç plan yapmıyorum, büyük hayaller kurmuyorum. Bu hal bana yetiyor.
Bu coğrafya ve hayat iyi insan olmayı da öğretiyor. İyi niyetli ve hakkaniyetli olmanın ne kadar değerli bir şey olduğunu bir kez daha görüyorsun. Mesafe insanın algılarını değiştiriyor. Şehir çok hoyrat ve sen de farkında olmadan hoyratlaşıyorsun. Üstelik öyle olmadığını sanıyorsun. Buradan bakınca kendi hatalarını da görüyorsun, kendini sisteme nasıl kaptırdığını da. Meğer sen de kalp kırmışsın. Hayat başka bir şey, sistemin sana dayattıkları başka. Bunu görünce bir daha o sisteme dönesin gelmiyor zaten.
Paylaş