Paylaş
Mesela...
Şanlıurfa’da bir okulda temizlik elemanı olarak sigortalı çalışırken işten çıkarılır. Yerine daha az yevmiyeyle çalışan bir Suriyeli alınır.
O da mecburen çoluğu çocuğu, bohçası, yatağıyla bir sabahın köründe köyünden ayrılır, kendisine benzeyen onlarca insanla açık kasa kamyonette, balık istifi, ülkeyi bir uçtan bir uca teper. Mayısta Yozgat’ta şeker çapası yapar. Oradan Malatya’ya geçip kayısı, ardından Fatsa’da fındık, en son Harran’da pamuk topladıktan sonra ekimde eve döner. Eve dönünce iş bulamaz. Olur da iş bulursa “Suriyeliler 10 liraya çalışıyor, gel sana 15 lira vereyim” derler. Kurtarmaz. Fabrikada asgari ücret verirler. O parayla kira mı versin, elektriği, suyu mu ödesin? Çaresiz, atlar büyük şehre karton toplamaya, çöp toplamaya gider.
Mayısta yine tarlaya yollanır. Yılın 6 ayı tarlada 10 saat çalışan bu tarım işçisinin gittiği yerlerde aldığı günlük para 48 liradır. Bunun 5 lirası dayıbaşına gider. Kaldı mı size 43 lira...
*
Hem tarım işçisi hem de kadın olunca hayat daha da zorlaşıyor.
İş Cinayetleri Almanağı 2015’te Tosun ailesinin tarım işçisi kadınları tabloyu olduğu gibi ortaya koyuyorlar.
Bir kere, tek minibüste 20 kişi Diyarbakır’dan Düzce’ye geliyorlar. Yol 2 gün sürüyor. Sabah 7-akşam 6.30 çalışıyorlar. Tarlada tuvalet yok; tuvalet için ormana gidiyorlar. Tuvalete gittiklerinde çavuş saat tutuyor, dönünce “Niye geç kaldın?” diye hesap soruyor.
Kaç yıldır burada ne ev yapan var ne tuvalet. İşten gelip ateşte su ısıtarak banyo yapıyorlar. Tarlaya giderken yemeklerini de yanlarında götürüyorlar. Yemekler ekşiyor, yiyemiyorlar. Sabahları tarlaya arabayla gidiyor ama akşamları yayan dönüyorlar. Bir saat de dönüş yolunda geçiyor.
Günde 500-600 liralık ürün toplasalar da yevmiyeleri 42 lira 50 kuruş. Üç kilo fındık fiyatına çalışıyorlar. Ücretleri valilik ile çiftçi belirliyor. Bazı vicdanlı insanlar daha fazlasını vermek istiyor ama diğer bahçe, tarla sahipleri arasında “Niye fazla verdin?” diye laf oluyor.
Hastalanınca devlet hastanesine gidiyorlar. Doktor “Derdin ne?” diyor, muayene etmiyor, ilaç yazıyor. Muayene olmuyor ama ücretini ödüyorlar. Yeşil kartları sadece ilacı karşılıyor.
Kadınlar tarım işçiliğinin yanında ev işçiliği ve çocuk bakımını da üstleniyor. Bir kadın tarım işçisi akşam tarladan çıkıp çadıra gelince suyu ısıtıyor ki banyo yapsınlar. Sonra yine suyu ısıtıp çamaşır yıkıyor. Yemek, bulaşık derken saat 12’yi, 1’i buluyor. Sabah 4-5 gibi kalkıyor. Kalktığında çiğ düşmüş oluyor; kahvaltı hazırlanacak ama ateş yanmıyor, ekmeği pişiremiyor. Ekmeği satın alma imkânları olmadığı için sacda pişiriyorlar. Fırın ya da tüp veren yok.
Çocuklar çalıştıkları için okula devamsızlıktan sınıfta kalıyorlar ya da öğretmenleri onları idare ediyor. Küçük yaşta çalışmaya başladıkları için çocukların çoğunun psikolojisi bozuk. Çalış deniyor, çalışmıyorlar. “Okullar açılmış, ben okula gideyim” diyor, gidemiyorlar.
*
Düzce’de çalışan tarım işçisi Şaban Tanrıverdi ile arkadaşları sağlık sorunlarıyla boğuşuyorlar; böbrek rahatsızlıkları, bel ve baş ağrıları. Kaşıntı, alerji. Keneler, tırtıllar ısırıyor. Tarlada iyi gübre, iyi ilaç kullanılsa hasta olmayacaklar ama kullanılmıyor.
İş çıkışı akşamları sırayla duş alıyorlar. 150 kişi oldukları için duş faslı gece 11’e kadar sürebiliyor. Bazen sıcak su olmuyor. Odunda suyu ısıtsalar yemeği geç yemek zorunda kalıyorlar. Suyu elektrikle ısıtmalarına izin verilmiyor.
Soba yok. Toprak, taş üstünde yatıyorlar. Çocuklar sürekli hasta.
*
Peki sizce bu ülkede aylarca küçücük çadırlara sıkışan, içecek suyun, kanalizasyonun olmadığı kamplarda kalan, ezici iş koşullarında çalışan, hiç güvencesiz yaşayan bu insanların sayısı ne?
İnanmazsınız, 6.5 milyon kişiler. Neredeyse nüfusun 10’da biri.
Bu kadar çok insanın, modern köle gibi yaşarken bu raddede görünmez olmalarını, neredeyse hiç gündeme gelmemelerini içinize sindirebiliyor musunuz?
Ben sindiremiyorum.
Paylaş