Paylaş
Yerine göre giyinmek...
Bu konuda son dönemde kafam epey karışık.
Yerine göre giyinmenin savunucularındanım.
Ama “mix&match” diye tabir edilen, yani “karıştır ve uydur” anlayışının sınırları çerçevesinde.
Geçtiğimiz ay Mecmua dergisinin çekimleri sırasında bana harika iki kıyafet getirmişler, giyeyim diye.İkisi de muhteşem. Bir ara gaza geldim, gidip bunları satın alayım diye düşündüm. Ama nereye giyeceğim?
Davetlerden hiç haz etmem, asla gitmem. Sıkıntıdan öleceksem bunu evde televizyon izleyerek deneyimlemeye razıyım.
Düğünler deseniz... Bir-iki yıldır, gitmezsem beni doğrayacak bir arkadaşımınki olmadığı sürece gitmeye tövbe ettim. Kötü yemek yemek ve abes müzik dinlemek istesem, evde makarna haşlayıp yemeye ve en adisinden Türkçe pop dinlemeye razıyım.
Dolayısıyla o iki kıyafeti de almaktan vazgeçtim.
Giyecek yerim yoktu. Olsa da sırf o kıyafetleri giymek uğruna o yerlere gitmeye niyetli değildim.
Sonra aklıma birkaç yıl önceki bir Vogue çekimi geldi.
Sanırım Vogue yazarlarından biri bir deney yapmıştı. Bir dizi modaevinden couture kıyafetler alıp çarşıya, pazara, veli toplantısına veya sinemaya bu kıyafetlerle gitmiş, gelen geçenin tepkisini ölçmüştü.
İngiltere prensinin düğününe giyilecek bir tuvaletle tezgahtan hıyar seçiyor, boğazına kadar fırfırlı saten gömlek-pantolon takımla elinde file dolaşıyordu. Gerçi bunu bizim Salı Pazarı’nda değil de, Londra’nın şık mahallelerinde yapsa da yine de tuhaf bakışlarla karşılaşıyordu.
Bunun tersine bakalım... Biz her yıl ödül törenlerinde kot pantolonuyla sahneye çıkan oyuncuları “Üzerine bir takım giyememiş mi?” diye kınamıyor muyuz?
Burada protest bir tavır var mı? Çoğu zaman yok gibi. Sahneye kotla çıkan adamda 80’lerde kıyafetini çengelli iğnelerle tutturan punk’çının protest tavrı olduğunu söylemeyin. İnanmam. Oradaki kural yıkma, sistem karşıtlığıydı. Bizimkilerdeki “Takmam abi” havaları. Ya da tembellik. İstinye Park’a yarım metre topuklu ayakkabı ve her gün ayrı renkte Hermes’le giden kadınların da deney yapmadığını adımız gibi biliyoruz. Onlara bu kıyafetlerle Salı Pazarı’nda rastlıyor muyuz? Hiç sanmam.
Bütün bunların yanında... Eski giyim kuşam ritüellerini ne kadar yerine getiriyoruz? Operaya gittiğimizde giyiniyor muyuz?
Pek sayılmaz.
Birçok ülkede bazı restoranlar hâlâ ceketsiz erkeği kapıdan içeri almaz örneğin. Şef Michael Chiarello geçtiğimiz günlerde Zagat’ta yazdığı bir yazıda “Restoranlarda kıyafet zorunluluğu iyi bir şey mi?” diye soruyordu.
Bottega’da yemeğe gelmiş bir çifte kafayı takmış. Masalarının yanından her geçişinde dişlerini gıcırdatıyormuş. Neden? Çünkü masadaki erkek yırtık bir tişört, lekeli bir şort ve parmak arası terliklerle oturuyormuş. Çifti gerideki masalardan birine atmamak için kendini zor tutmuş. Bir yandan “Yemeğin parasını ödüyorlar, istediklerini giyerler” diye düşünürken, diğer yandan adamın restorana özenle giyinip gelmiş insanları utandırdığı fikrinden kendisini alamıyormuş.
Onun düşüncesine göre evinizin arka bahçesinde şortunuzla mangal yaparken yediğiniz yemeğin tadı, şık giyinip gittiğiniz iyi bir restoranda yediğiniz yemeğin tadından farklı. Giyiminiz deneyimin bir parçası. Mesele aslında çevrenizdekilere gösterdiğiniz saygı. Ya da oyunu bozmamak.
Hani bir gece eş dost meyhaneye gidersiniz ve gruptan biri kola içmeyi tercih eder ya... Onun gibi bir şey.
Siz ne dersiniz?
Paylaş