Paylaş
Ne zaman ki devlet yunus avını yasakladı, işte o zaman balıkçı, geçimi için sürü balıklarına dadandı.
Bugün, yüksek teknolojik cihazlara sahip balıkçı filoları göç balığının önüne kilometrelerce uzunlukta ağ bırakıyor ve Boğaz’dan geçmelerine engel oluyor. Oysa bu balıklar 8 bin yıldır beslenmek için Boğaz’ı geçerek göç ediyor.
*
Balıkçı filosu Karadeniz ve Marmara’da balığın hızla azalmasına neden oluyor. Azalan balık nüfusu onbinlerce tekneyi beslemeye yetmeyince, memleketin her yerinde kaçak avcılık yapılıyor. Tüketilmeyen birçok deniz canlısı türü katlediliyor. Avlanan 1 kg balık başına 10 kg balık hiç tüketilmeden çöpe atılıyor. Yavru balıklar bir kez bile üreyemeden avlanıyor. Yılda 700 bin ton hamsi avlanıyor. Bunun 3’te 2’si balık çiftliklerine yem olarak gidiyor. Sürdürülebilir olması gereken balık çiftlikleri yeni balık üretmiyor, aksine aşırı miktarda hamsi avlayıp onu daha pahalı bir ürüne dönüştürüyor.
*
!f İstanbul Bağımsız Filmler Festivali’nde gösterimi yapılan ‘Lüfer’ belgeseli işte bu bilgilerin ışığında, sularımızda hızla azalan lüfer balığının peşinden giderken aslında, vahşi balıkçılığı ve denetimsizliği anlatıyor, tüketim alışkanlıklarımızı yüzümüze çarpıyor.
Türkiye kıyılarında yakalanan tüm deniz canlılarının getirildiği İstanbul Deniz Ürünleri Hali’ne uzanıyor kamera.
Nesli tükenmekte olan altı solungaçlı boz camgözler; yeni doğmuş kılıçbalıkları; erişkinliğe ulaşmamış köpekbalıkları; avlanma boyuna erişmemiş balıklar; lüferin her boyu –defne yaprağı, çinakop, kofana; Marmara’da yok olan orkinoslar; olmaması gereken her şey var. Yasal av boyu altında ve nesli tükenmekte olan, avcılığı yasak olan balıkların bile açık artırması yapılıyor. Satıcılar kontrol memurlarının nadir denetimlerini haber alıyor, denetim öncesinde balıkların satışını bekletiyor veya hal dışında gerçekleştiriyor. Zaten cezanın da hiçbir caydırıcılığı yok! Kesilen cezanın onlarca katını bir gecede kazanabiliyorlar.
*
Halin ardından istikamet Kadıköy Balık Pazarı.
İstanbullular balık boylarını pek umursamıyor. Markette satılan lüferlerin çoğu yasadışı boyda. Tezgâhlarda çinakopun bir alt boyu olan yavru defne yaprakları bile var.
“Eskiden dağ taş lüferdi” diyen balıkçı artık durumun tam tersi olduğundan yakınırken, biri şu örneği veriyor: “Adam Suriye’den kaçıyor çünkü savaş var! Türkiye’ye, rahat bir bölgeye kaçıyor. Bu hayvan da aynı yani, burada bir savaş içinde, o da kaçıyor buradan.”
Geleneksel balıkçı Emre, Japonya’nın yasakladığı cihazların Türkiye’de kullanıldığını söylüyor: “Cihazları düşük akü çalıştırmıyor, 6KW jeneratör çalıştırıyor. Ne demek bu biliyor musun? Bir köyü aydınlatıyor!”
*
Bir zamanlar Beykoz’da Boğaziçi’nden geçerken geceleri yalılara toslayıp cümle ahaliyi uyandıran dev orkinoslar tutulurmuş. Evliya Çelebi 17. yüzyılda Boğaz dalyanlarında balıkçıların kılıçbalığını zapt etmesinden bahseder. Karekin Deveciyan, ‘Balık ve Balıkçılık’ kitabında Kumkapı Balıkhanesi’ne gelen kılıçbalıklarının 2.5 metre boyunda olduğunu yazar. Bir zamanlar binlerle avlanan kılıçbalığı, 1950’lerden beri İstanbul’a uğramadı. Silus’un 1510’da kaleme aldığı eserinde, İstanbul’un balık bolluğu açısından Marsilya ve Venedik gibi şehirleri geride bıraktığını yazar. Lüfer sürülerinin Boğaz’dan geçişleri sırasında gemi trafiği bile durdurulurmuş.
Ya şimdi?
*
Türkiye, dünyadaki lüferin yüzde 50’sinden fazlasını avladı ve 1982’de 32 bin tonla en yüksek miktara ulaştı. 2002’de 25 bin ton; 2013’te ise lüfer avı 5 bin tona kadar düştü.
Çünkü lüfer neredeyse kalmadı!
Avcılığı Türkiye’de sınırlamadığı sürece lüfer, Akdeniz’de yok olana kadar tüketilmeye devam edilecek.
Yetkililer ilk iş Mert Gökalp’in ‘Lüfer’ belgeselini izlemeli. Belediyeler ve üniversiteler gösterimini yapmalı, hepiniz izlemelisiniz. Ki zararın bir yerinden dönelim!
Paylaş