Dünyayı sadece laiklik ve hümanizm kurtarabilir

PARİS’teki cani saldırı kınamalarla olduğu kadar, kimilerinin de alkışlarıyla karşılandı. “Oh olsun” diyenler az değildi.

Haberin Devamı

“Ya Irak ve Filistin’de ölenler? Pis Batıcılar” klişesi yine sofraya kondu.
Bu nefrete aynı nefretle yanıt vermek yerine, Batı’nın kimi değerlerini savunmanın emperyalizmi savunmak olmadığını anlatmak gerek.
Bin yıldan uzun süredir hem Batı’da hem de Müslüman âleminde yerleşen kinlere daha fazla saplanmamak gerek.
Bunun için tek çıkış yolu laiklik. İçselleştirilmiş laiklik.
Laikliği din dışılık gibi gösterenlerle de öyle olmadığını tane tane anlatmak gerek.

*

Fransız Devrimi’nde savaşçılara önderlik eden ideoloji, tarihçi Louis Reau’nun dediği gibi, insanın aynı haklara sahip, aynı ilerlemeye muktedir tek bir tür olduğu, ırk ve ulus farklılıklarının önemsizliği, seçkin halk ve üstün ırk diye bir şeyin olmadığıydı.
Kendimde bir ‘Batı hayranlığı’ arayacak olsam, bu ideolojiye işaret ederdim.
Yoksa, ahlak öğretmenliğine, çifte standardına, tek uygarlık projesi olarak pazarlanan ABD küreselleşmesine alternatif oluşturmamasına kadar bir dolu eleştirilecek yanı var Avrupa’nın da.
ABD’ye girmiyorum bile. Günahları saymakla bitmez. Hele hele o yeni muhafazakârlığından kati surette uzak durmakta fayda var.
Bizim Batı kültüründen alacağımız bir şey varsa, o da hümanizmdir. Hadi dindarlar için ‘hümanizm’ demeyelim de, Allah sevgisini insanı sevmeye, gerçekten sevmeye yönlendirebilecek olan yapıcı nitelikteki ‘tasavvuf’ olsun.

*

İslam adına yapıldığı iddia edilen terör saldırılarının dinle alakasının olmadığını, dinin burada araçsallaştırıldığını anlatmak gerek.
Bakın mesela, din daha toplu katliamlara alet edilmezken 1979’da Polonyalı Karol Wojtyla’nın papa olmasının ardından Arap gençleri Afganistan’ı işgal eden Ruslara karşı cihada gitmeye karar verdi ve din toplu katliamların aracı olmaya böyle başladı.
Bu başlangıç, dini miydi, yoksa siyasi mi?

*

Bir süredir ‘İslami terör’ dendiğinde hep aynı şey soruluyor: “Gerçek İslam bu mudur?”
Bence yanıt aramak vakit kaybı. Zira konunun dinle hiç ilgisi yok ve bu soruya yoğunlaşmak bizi esas soruna odaklanmaktan alıkoyuyor.
Esas sorun, laik anlayıştan uzaklaşarak dinle siyaseti birbirine karıştıran ve akabinde dini siyasi tepkileri körükleyen rejimler.
Dini siyasi tartışmalara karıştırmak terörü bitirmek şöyle dursun, iyice tırmandırmaktan başka işe yaramıyor.

*

Ülkemizde son dönemde bunun tersi bir anlayışın hâkim olduğunu, dinle siyasetin bizzat siyasi otorite tarafından nasıl iç içe geçirildiğini, dinin hayatın her alanına sirayet etmeye başladığını, Diyanet’in sesinin birçok kurumdan daha gür çıktığını, imkânlarının ve etkinliğinin giderek arttığını görüyoruz.
Çok tehlikeli bir yola saptık.

*

Dinlere kötülük eden de, terörü besleyen de, dünya yurttaşlığı idealini yerle bir eden de siyasi ideolojiler aslında.
Farklı hayat tarzlarına ve bakış açılarına sahip, çok çeşitlilik gösteren toplumumuza ve toplumlara düşen önce insan olduğumuzu hatırlamak ve siyasi idarelerin siyasi eylemlerini din yoluyla meşrulaştırmalarına izin vermemek. Tanrı-merkezcilikten çıkıp insan-merkezli olmak.
İnsanlığı çürüten kinden beslenme alışkanlığımızdan kurtulmaktan başka bir çare yok.

*

Bu insanlık sınavında ya batacağız ya çıkacağız...
Bize kalmış.
(Not: Bu yazıdaki bazı fikirlerimin oluşmasında Georges Corm’un ’21. Yüzyılda Din Sorunu’ adlı kitabının katkısı oldu, tavsiye ederim.)

Yazarın Tüm Yazıları